24 Kasım 2011 Perşembe

3 Kasım 2011 Perşembe

Istek Kipi

Onu özlüyorum. Mırıldansın şarkısını ve çıplak ayaklarla evde gezerken arada bir ağacın yepyeni tomurcuklanmış dallarının Mart ayazında kırılmışlığı gibi bana baksın istiyorum. Evde bir filre kahve kokusu. Sert mi sert. Bir de ev yün koksun, sıcacık.
Kırmızı kadife koltuğuma otururken ben bana bakan bir adam, çelimsiz ve beyaz tenli belki kocaman yemyeşil gözleri olan, koridorda karşılıklı duran odaların birinin kapısından çıkıp diğerine girerken görülsün. Ve kaybolsun sonra evde. Şeytan alsın götürsün. Satsın. Getirmesin.
Bir rakı sofrası kurulsun denize nazır gönlümde. Masada bir kaç aşk olsun, bir kaç sima -eskiden tanıdık, bildik- meze niyetine. Rüzgar ürpertmeden essin, eserken anlatsın; kumlar havalanmadan dinlesin. Altınbaş'ı sek içerken fonda iyot çalsın, fosfor oynasın.
Rüyamda bir kadınla sevişeyim. Dağınık saçlarıyla bana baksın. Gel desin. Gideyim. "Veryansın!" diyeyim yürürken. "Hodri meydan!" desin öperken. Ve yansın kızıl meydanlar.
Bir rakı kadehinde erimeye yüz tutan buzun içinde yıllar evvel kaybettiğim çocukluğu bulayım, kovalayayım hunharca. Diyeyim ki; sana en iyi ben davranırken, sen benden kaçtın başkalarının hatalarından sebep; gelemezsin bir daha. Gitsin; bir daha hiç gelmesin. Korkutmasın beni karşıma zamansız çıkışlarıyla. Artık diyebileyim ki oldum, öldüm. Velev ki ölsem. Selamı okur o çocuk sadece.
İstiyorum ki oturayım, var ise şayet tanrı ile karşılıklı; dolduralım birer duble, hiç konuşmayalım, bakalım öylece birbirimize, ilk kim soru soracak diye. Bir çekişmece dönsün, bir inat hüküm sürsün. Bir çekmece açılsın, bir hükümdar düşsün. Bir çekim oluşsun ,kimi hükmen mağlup olsun. Sonra öpeyim ben onu dudaklarından, şayet varsa - ki şükretsin beni yarattığına.
Duvarımdaki saat dursun. Akrep ve yelkovan üstüsteyken dursun. Bari onlar kavuşsun. Pilini değiştirmeyeyim o saatin. Baktıkça içim aksın. Zamanın pornografisine hayran kalayım.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Yazım Çizim Boşaltım Sistemleri

Eski yazar Genetrix vaktiyle çok çemkirmiş burada yazılanlar gerçek değil diye; kimseye anlatamamış, bir kula dinletememiş. İnsanlar okuduklarını günlük okurcasına gerçek belleyip, yaftalayıp yakıştırmışlar. Halbuki burası bir kaç küçük insanın kusma, sıçma, boşalma, attırma, işeme, tükürme merkeziymiş.

Şimdi bizler de aynı çabayı verelim mi diye düşündüm, gelen bir kaç tepkiden sonra ama; dedim ki, ne gerek var? Kim ne düşünürse düşünsün; onun için yazmıyoruz biz. Biz içimizi boşaltmaya yazıyoruz. Çünkü her türlü boşalmak iyidir. Boşalmak her anlamda güzeldir.

Evde ailene karşı boşalamazsın. Sevgilinle boşalamazsın. Arkadaşlarına karşı boşalamazsın. Şehre, memlekete, yaşayanına, saygısızına, hırsızına, arsızına, iyisine - kötüsüne boşalamazsın. İçinde patlar. Ne demiş hırtın teki; sustukların büyür içinde. Ya da sıçtıkların keyif dilinde. Onu ben attım. Bence oldu. Ben tatmin oldum. Gel de patronuna karşı boşalt içini? Ya da öğrentmenine?

Tüm anlamlarda bir şekilde boşalamadıkça, insan içini bşaltmadıkça delirir. Kadınların bu tip sendromları bile var: İSKS. İyi sikilmemiş kadın sendromu. PMS ya da. Reglin boşalmadı diye.Ama erkeklerde de var bu. Kadınlarda da var bu. Herkeste var. Bir şeyleri içe atmak iyiikten çok kötülük bünyemize. Aklımızın sıçışlarını bir yere kusmak rahatlatsın diye bizi yazıyoruz. Kafadan atıyoruz. Götümüzden sallıyoruz en güzel örnekleri.

Bu yüzden burada yazılanların gerçekliğine takılma. Genetrix aldı postlarını gitti. Küstü size. Sizin yüzünüzden. Şimdi meydan bize kaldı. Friedchicken ve Capricornette ile birlikte yazmaya devam ediyoruz. Gerçeklik kisvesine inat.

Yazın. Yazabiliyorsanız siz de, açın bi blog. Yok kimse okumasın diyorsanız var onun da ayarları, bir tek siz okursunuz. Ya da sadece ebem okusun diyorsanız o da olur; onu davet edersiniz bir tek o okur. Kusun ya. Biriktirmeyin içinizde. Yetmez mi rahatlama hissi bile sırf yazmaya çalışmak için? Boşalabileceğiniz başka bir opsiyon, mecra, aksiyon, okazyon, civilizasyon yoksa; buyrun gelin, siz de burada boşalın, zira her türlü boşalmak güzeldir.

aknemsi ..

Bu ara canım acıyor biraz...

Dışardan belli olmayan, yalnızca dokunduğumda acı veren aknelere benzer bir acı ..

Kimse ne biliyor, ne duyuyor ne de görebiliyor...

Her yeni gün, yeni bir yerlerde beliriyorlar...

Dokunduğumda onlara çok acıyori derin sızılar, beyninizde hissettiklerinizden ...

Sıksan sıkılıp atılmıyor, dokunmasam diyorum, geceleri uykuları bölerken ne mümkün ...

Ergenlik deyip geçebilsem keşke ...

Lanet olsun, çok acıyor!

28 Ekim 2011 Cuma

kroyum, çok param da yok ...

Modern çağın gerekliliği gibiymiş sanki, bir de anadan babadan ayrı başka şehirlere yelken açmış bir hatunsan, büyük kafalar, büyük ortamlar ne kadar kaçınılmaz bilemezsin. Bunun hatunun Ağrı'dan ya da Ankara'dan gelmiş olmasıyla hiç bir ilgisi yok üstelik. Her insan habitatından sıyrıldığında biraz sapıtmaya müsaittir niceliği ise iç dünyanın ne kadar açlık çektiğiyle ilgili tamamen ...

Kafa karıştırdığımı biliyorum ama demek istediğim özetle şu, tüm bu İstanbul'un parlak ışıkları altında bu hızlı yaşama gönül kaydırmamak çokta mümkün değil . Örneğin fırtına tadında üniversite yıllarını hangimiz yaşamadık ki.. Hayatın en rahat olduğu dönemdir hepimiz için, nerde akşam orda sabah, çantanda diş fırçan varsa gerisi kolay zaten. Ama şimdi şimdi (aslında yazı şimdi yazıldığı için şimdi yoksa bir süredir) anlıyorum, tükenen enerji ve duyguların rejenere olamadığını. Ne harcadık be arkadaş, şu an içimde kalan hiçbir şey yok diyebiliyorsam baya dolu dolu geçmiş gençlik çağları.

Olgunluk mu büyümek mi nedir, garip duygular sardı bu ara beni. Annemi haklı çıkarmak istemiyorum ''geçer kızım, gün gelecek bu fikirlerinde değişecek'' söyleminde haklı olamaz. Bir insan için ne kadar zordur değiştiğini kabullenmek bu olumlu yönde olsa bile. Çünkü birinin sana iyi anlamda ''çok değişmişsin'' demesi bile eskiden ne kadar kötü olduğunu sorgulatıyor insana. Şimdi lafı fazla da dağıtmadan konuya döneyim diyorum. Şimdi bu aralar farkettim ki bunu farketmek nedense hiç hoşuma gitmiyor; dışarıda bıraktığım cool hatun imajımın altında hala biraz kro biraz geleneksel biraz da ezik bir iç dünyam var benim. Mesela bunca yılın tecrübesi hala yeni bir adamda acaba hisleriyle mi yoksa penisiyle mi yaklaşıyor diye kolayca anlamama yeterli olmuyor. Ya da ben mütemadiyen güneş batımına şöyle bir kadeh rakı koyup fona da Kibariye koyup bundan ölümüne haz alabiliyorum. Ve güzel bir kadın gördüğümde uzuvlarını kendiminkiyle kıyaslamaktan alamıyorum kendimi mesela...

Uzuv demişken insanın ne istediğini bilmesi kadar güzel bir şey yok bu hayatta. Örneğin bir erkeğin tamamiyle seks istemesi ve bunu açıkça söylemesi ya da bir kadının. Ben bu ara bu tarz hikayeler çok duyuyorum da. Ben dürüstlükten yanayım, klişeciyim. Son dönemde farkettim adamı alıp karşıma tam bir Türk kızı gibi kardeşim ben seninle tabi ki birşeyler yaşarım ama bu benimle hayatının hangi kısmını paylaştığınla ilgili diyorum. Çokta tipik değilim aslında bunu ilk günlerden yapmıyorum, kalıplarıma sığan bir adam olup olmadığını tartıp biçtikten sonra mesela.

Ama kafa sikiyor olabilirim bu geleneksel tutumumla, bizimde hayattan öğrendiklerimiz var herhalde, gazoz ağacında yetişmedik. Biliyoruz erkek kısmısını neyin darladığını, hangi konuşmaların onların beyninde nerelere gittiğini. O yüzden mümkün mertebe kilit cümlelerden uzak durmaya çalışıyorum. E adamların beyin belli, ''simple is da best''. Fazla fonksiyon beklememek lazım zaten tüm ilişkileri bu beklentilerimize kurban vermedik mi?

Bu ara bir koca adam var eksenime dahil olmuş olan, sabahlara kadar konuşup bıdılayıp kafasını sikesim var. Yapamıyorum, kaçar gider biliyorum. Susuyorum, bakıyorum. Neden öyle bakıyorsun diyor. Gülümsüyorum, konuşursam gidersin, bakarsam kalırsın diyorum. Birşey mi söylemek istiyorsun diyor, söyle... Yok diyorum, birşey yok, sana senin için ne hissettiğimi söylesem korkar kaçarsın diyerek içimden ...

Koca adam, gel buraya!

27 Ekim 2011 Perşembe

Buralara kış geldi..

İstanbulun kışları çetin geçer,

Kimi insan büzüşüo, kimisi de düzüşüo..

İkiside doğal tepki, yadırgamıyoruz!!

Yuh be birader.

Bir şey yok; ağlamıyorum; sadece gözüme bir şey kaçtı.

Hakikaten lan.

Ne ağlayacağım?

Ahuahauhaa.

Mal.

26 Ekim 2011 Çarşamba

9 crimes

capricornette..kesinlikle sikmemesi gereken adamları itinayla siker. en iyi arkadaşının en iyi arkadaşlarını siker. çoğul evet; iki tane. sonra annesinin babasının yatağında, iş yerindeki arkadaşlarının arkadaşını, şimdi müşteri olmasına ve evli olmasına rağmen siker.

artık hiç bişe hissetmiyorum lan nasıl oluyo bu

24 Ekim 2011 Pazartesi

Benim annem hiç ölmedi

haklısın, benim annem hiç ölmedi
yokluğuna hiç uyanmadım annemin, sen ya da bir başkası gibi.
anlayamam da seni, tırnaklarımı geçirmedim duvarlara
kaderi kanatır gibi..
Benim annem ölmedi ya ben senden daha güçlüyümdür belki,
Belki gülümsemek için daha çok sebebim,uyumak için daha çok huzurum vardır.
Bir şeyleri dozunda bırakmak için nedenim, başarımı ispatlamak için birilerim ..

ben senden daha güçlüyümdür belki, belkide değilim kimbilir..
Bildiğim gerçekler vardır belki, belki seninde bildiğin kimbilir..
senden küçük çirkin ellerim var benim, ellerini sarabileceğim,
biraz huzur bulman için uyuyana kadar saçını okşayabileceğim
Ve sana gülümseyecek haklı nedenlerim var benim, belki birgün anlayıp belki hiç bilmeyeceğin..
Başarını başarım saymak için sabırsızlıkla beklediğim günler var birde.
Farkındalığım var dozunda bırakabilmen için, dozunda bırakmam gerekliliğinin..


Tüm bunlar bir tarafa bebek,
benim gerçekten umudum var, umrunda olmasını beklediğim ..

19 Ekim 2011 Çarşamba

cat person - dog person - catdog

kedi insanı erkekler ve köpek insanı kadınlarla dolmalı bu dünya.
erkek yanında bir kadın olmasa da kedi ile yaşayabilir.
kadın yanında bir erkek olursa köpeğe daha keyifle bakabilir.
Hayat çok acımasız. Biz de acımasız olmayı öğreniyoruz. Önce başkalarına, sonra kendimize acıma duygumuzu kaybedip mutsuzluklarımızı geri dönülemez kılıyoruz.
Anlık kararlar, düşünülmeden atılmış adımlar, pişmanlıklar, aşklar, sevgiler, zevkler hepsi de bizim için; bir itirazımız yok ama, neden hep en kötüyü seçmek zorundaymışçasına heyecan peşinde yanlış sonuçlara ulaşıyoruz?
Acı çekmenin tadından da vazgeçemiyoruz, mutluluğun tadından vazgeçebildiğimiz kadar kolay...
Yarım aklıma sıçayım ben.
Kalbim kanıyor.

12 Ekim 2011 Çarşamba

ALDAT - ıl - MAK

Alka Seltzer kafasıyla yazıyorum bu satırları. Düşünmekten bir hal oldum günlerdir; o ilk hatayı nerede yaptık? Nerede gördüm o ilk ışığı kendimde?
Bir erkeği ilk aldatma kafasını nerede ve nasıl yaşadık?

Benim tarih öncesi zamandan beri sevgililerim olur. Olmuştur. Hep olacaktır. Kendimi bildim bileli sevgilim var diyemem; kendini bilmezin tekiyim zira; ama hep sevgililerim olur. Kendimi bilmeyi bekleseydim, çoktan kırklarında eve kedi köpek it enik ne varsa doldurmuş bakire kız kurularından olurdum.

Aile haricinde bir canlıyla iletişime girdiğim o ilk günden beri aşka yabış yabış yaşarım. İlkokuldan beridir de erkek arkadaş mefhumuna vakıfım. Ancak, tüm imkan ve şeraitlerde dahi, aldatıldım.

Aldatmanın ne olduğunu, nasıl bir hissiyat olduğunu filan o zamanlar, o mini mini bebe yaşlarda öğrendim. Aldatıldıkça acı çektim. Sahiplenmenin ve sahiplenilmenin yalanlığı ve karşı tarafın yılanlığı gözümde devleşti ve kendimi toplamakta çok büyük güçlük çektim. "Canım dedim canın çıksın dediler" gibi de değil. "Seni seviyorum ama"lar ; "Sensiz yaşayamam ama"lar; "Ama beni bırakma"lar; "Tamam söz yabmıcam bidaaa!"lar.... duyup duyup inanıp, yeniden oynayıp, yine yenildim, yine kırıldı kenarı yapıştırdığım kalbimin. Her seferinde aynı yerden kırıldı, artık yapıştırıcı filan da tutmaz oldu. Ben de uğraşmadım daha fazla; kırık bıraktım orasını.

Aldatılmanın bana yaşattığı tarifi imkansız kalp krizlerini atlatamadığımı anladığımda henüz çok erkendi. İntikam, merak, acı dindirme umudu gibi acınası sebeplerimle "ben de yapıcam ulan!" nidalarıyla çıktım sokağa. Aldattım. Rahatladım mı? Kısmen. Çok dürüstüm şu an. Cidden rahatlama hissettim. Harbi rahatladım lan. Garip bi rahatlama, ilginç bi huzur çöktü ruhuma.

Bu rahatlamayı intiğin am peşindesi izledi ve söyledim. Aldım karşıma söyledim. Yok lan, karşıma filan almadım; direk telefonda söyledim. Ne alıcam karşıma.
Bir de derler ki "beni karşına alıp soyleyemedin mi?" "O kadarına bile mi değmezdik?"
Güzel abicim, aldatmışım lan seni ben. Niye karşıma alıp da konuşmaya değer olasın? Olaydın aldatmazdık. Aldatmasaydın, aldatmazdım. Söyleyip, ayrılmazdım.

Kontratak aldatmanın verdiği garip hazzı ve aldatılmış olmanın acısını ne kadar azalttıgı ve ayrılıgı ne kadar kolaylastırdıgını gorunce bunu beni her aldatan sevgilime - ki bu her sevgilim olur - uyguladım.

Sonra bu yerleşti. Hayatta olmazsa olmazım oldu. Bana yapmayanı da - ya da şöyle diyelim daha doğru olur - yaptıgını yapmadıgını bilmedigimi de aldatır oldum. İstisnasız her erkek arkadaşımı aldattım ben.

Hala da aldatıyorum.

Bir ömür de aldatacağım.

Uğurlarında ölüp ölüp dirildiğimi, aşkımdan Leyla - Aslı ya da Şirin'den herhangi bir farkımın kalmadığını sanan canım sevgililerim herhangi bir gününde ilişkimizin akşam evlerinde rahat, mutlu, huzurlu uyurlarken ben bir başkasının koynunda olacağım. Merak etmesinler, müsterih olsunlar. Ya orada uyumam, ya boşalamam, ya sabah işe geç kalırım, ya bir bokluk kesin olur, bir cenabet iş işte benimkisi. İşin garibi artık pişmanlık veya vicdan da devreye girmiyor. Bunlar default özelliklerden kaldırılabiliyormuş, bunu öğrendim. Çok da güzel oldu.

ACI AŞKIN PEZEVENGİDİR

Çünkü aşk alınır ve aşk satılır,

Nerden mi biliyorum?

...


Çünkü aşk aldım, aşk sattım ...

Ucuza gittim, ucuza kapattım ...

Bazen peşin, bazen vadeli ...


Zaten derdimizde aynı değil mi,

Mesela, aşkla sevişmek benimki ...

11 Ekim 2011 Salı

Dün ve Gün ve Ondan Öncekiler

Açtım dün; tüm geçmişimize baktım. O vakit yoktan varedip; şimdi yoksaydığımız uzun ve serin kışlara, kısa ve yangın yeri yazlara baktım.

19. doğumgünümde bana hediye ettiğin sarı sayfalı, kalın kapaklı, bordo ciltli, rustik - antik kılıklı günlüğü aldım elime. 1977 den beri ilk defa. Senden bana kalan tek şey belki de o günlük. Ve öylesine masum anlattı ki bizi bana, içim bile acımadı ilk defa.

Doğumgünüm 1974'te hediye ettiğin o defteri açtığımda defteri güzel anılar ile doldurmam dilegini ilk sayfaya yazmışsın. Ben de geri kalan 30 - 40 sayfaya yazmış, koskoca defteri boş bırakmışım. Yazmayı bıraktığım dönem senin sürgününün bir kaç hafta sonrasına denk geliyor. Yazmayı yaklaşık 10 ay sürdürmüşüm...

Heyecanla başlıyor günlük. Gerek doğumgünü heyecanı, gerek yaş ilk 19, gerek sen ve gerekse birlikte oluşumuz. O seneydi seni zorla ellerimden almış ve sürgüne ötelere göndermişlerdi. Yerle yeksan olmuştu kendi memleketim, kendi evim, kendi bedenim.

Sırf o günlük bile ilişkimizin ne menem bir hastalık olduğunu anlatmaya yetiyor aslında. Gözümde seni nasıl da büyüttüğümü; nasıl seni bambaşka bir yere koyduğumu sorgulamadan.

Senin el yazınla başlıyor.
"Bu sayfaları güzel anılarla doldurman dileğiyle..."
Sonraları benim elimden çıkan inişli çıkışlı, gözyaşı ve kahkaha kokan satırlar var. Yaşananlar var. Sen kokanlar buram buram.

İlk 9 ay yogun yazılmış; anılar, mutluluklar, minik çekişmeler anlatılmış; sonra kesilmiş, sen gittiğin zaman, gönderildiğin zaman yazılar kesilmiş bir 10 gün kadar, sonra dönüp, "kendimi bilemez bir acıdayım, çok özledim, lanet olsun." demişim dünyaya. Heyecanla başlayan bir genç kızın günlüğü, acıyla kıvranan bir ibret romanına dönüşmüş. Kahkahalar yerini haykırışlara bırakmış.
Sonra 3 ay sonra almışım elime. 1974'ün Aralık ayında. "Çok zaman oldu yazamadım, ama artık onu hissedemiyorum; aklıma mukayyet!" demişim yakarırcasına. 
Sonra 1977'nin sonbaharında. "3 yıl geçip gitti, neler yaşadık bir bilsen, sayfaların yetmez..." diye hitap etmişim günlüğe yalnızlığımı açık edercesine.
Ve dün akşam aldım elime o defteri. 4 sene sonra ilk defa. Ama yazmadım dün gece hiç. Tek satır yazmadım. Baktım uzun uzun nasıl da saklamışım gittiğimiz her filmin biletini, elinden çıkan en ufak bir karalamanın bile olduğu en küçük kağıt parçasını, çiğnediğin çikletin bile kağıdını... Dilekolay; bir ömrün bir çeyreği yatıyordu o eski yüzlü sarı kağıtların arasında.

Çocuk yüzlerimizin siyah beyaz fotografları çıktı arasından. Umutlu ve tutkulu. Yarım akıllı.

En son yüzünü 79 sonbaharında gördüm. Konuşmadık bile. En son sesini de o aralar duydum; alkollü kafayla aramış, şarkılar dinletmiş, iki kelam etmiştin benimle. "Yapma." demiştim.

Bir de dün akşam resimlerine baktım.

Gençliğim dedim. Pişmanlığım. Çocukluğum. Çocuğum.

Sana elveda dedim. Kendim istedim.
Arkasında durabildiğim tek gerçek bu.





7 Ekim 2011 Cuma

Kelin merhemi olsa...

Kendi çüküne sürermiş.
Erkek bu.
Ske sürücek kadar aklı olmayan mahlukat.
Her boka skini sürtecek kadar da hormon oriented yaşam formu.

5 Ekim 2011 Çarşamba

S.A.Ç.M.A.L.I.K.

Ayrılınca insanlar neden düşman olurlar?
Birbirlerini iki gün önce deliler gibi seven iki insan; ayrılık konuşmasına müteakip nefret dolar.
O nefret sınırı gittikçe aşar.
Bir bakmışsın uğrunda öleceğin adamı öldüresin geliyor, hınçla doluyorsun.
Ne saçma lan.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Havalardan herhalde, bu sıralar pek bir durgunum. Hiç çıkıp eğlenesim, içesim, sapıtasım yok. Çoğu zaman sevişesim bile yok. Ama idare ediyorum, Allah'tan dürtüleri yüksek bi insanım da, havasına kapılıveriyorum iki üç dakikaya. Ha kapılamadıklarım da olmuyor değil, psikolojinin her şeyi bu kadar çok etkilemesi beni oldukça düşündürüyor. Paran mı yok, ıslanamazsın. Sevgilinle kavga mı ettin, tüm arzuların kaçar. Çirkin bir çiftin yiyiştiğini mi gördün, yiyişmekten soğursun miden kalkıverir. Haberleri izlerken bir terörist saldırısı mı gördün, gece uykuların kaçar. vb.
Her şeye etki ediyor bu psikoloji dedikleri. Vicdan ya da duygusal zeka belki de.
Saçmaladım yine.
Bu ara bir garibim. Havalardan.
Hayırlı sevişmeler dilerim.

22 Eylül 2011 Perşembe

Orrayt.

-Sevgilim var benim, yavşama bana, sevgilisi olan kıza yazan erkek modelisin. Hiç gerek yok.
+Hiç umrumda değil sevgilin, ilişkin.. Canım yazmak istiyorsa sallamam gerisini; yazarım, artık o düşünceli halleri geride bırakalı çok oldu.
---------- bir süre sonra ----------
-Bana yazmaz arkadaş arkadaş takılmayı başarabilirsen sağlık problemlerin için her türlü desteği olurum. Çok iyi bir arkadaş ve hasta moral destek elemanıyımdır.
+Garanti veremem. Söz veremem. Pazarlık yok. Istemiyorsan görüşmeyiz.
-Orrayt.




Geç bile kalınmış bir "orrayt" idi. Tek kelime. Kafi.

20 Eylül 2011 Salı

Mitokondri - kimi zaman hiç olmamasını diledigimiz organel.

mitokondri hücrede enerjiden sorumlu devlet bakanıdır. spermin kuyrugunun hareket etmesine yarar ve spermin bir yarışta kaçıncı geleceginden öte birinci gelip gelemeyecegini belirler. tarihi anların mimarıdır mitokondri. sperm hücresinde mitokondri olmasaydı o sperm hücresi bidi bidi kuyruk sallayarak gidip yumurtanın aklını celip de onu dölleyemezdi.
çocuk filan diyorum.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Uyku

Geceleri uykumdan uyanıyorum. Yanımda yatana bakıyorum tanıyor muyum diye. Beni tanıyor mudur diye düşünüp, uyuyorum yeniden sonra.

11 Haziran 2011 Cumartesi

ölüm iyiliği varmış
beterin de beteri
gözyaşlarının çin işkencesi gibi
damla damla
insanın içine akması varmış
gereksiz ve acı verici varmış
gereksizce acı verici
ve acı verici derecede
gereksiz
bir varmış yani
bir yokmuş
son kez sen kokmak varmış
onun son defa olduğunu bilmek
sonra her bedende o kokuyu aramak varmış da
bulmak yokmuş

sevmek ayrıymış
sevişmek ayrı


11 Nisan 2011 Pazartesi

ilk kadeh kalbimi kırmayı deneyen erkeklere, diğeri de bunu gerçekten başarana gelsin

Nevermind, I'll find someone like you,
I wish nothing but the best for you, too,
Don't forget me, I beg,
I remember you said,
"Sometimes it lasts in love,
But sometimes it hurts instead,"

Adele

'yok anlamayan benim lütfen

aramızda başka bişeyler varmış gibi davranmana gerek yoktu seninle beraber olmak istiyodum olurdum zaten

ayrıca fazla güzel gidiyodu öyle bişeyin bana olmayacağını bilecek kadar tecrübem var

1 ocak 2011 hayatımın en güzel günü, bi daha kim olur da yine yanında uyanmak isterim bi daha ohoo zor iş

ve garipti ne biliyim ilk defa elimi tuttuğunda filan sanki yıllardır tutuyomuşsun gibi gelmişti

kimseyle dans etmemiştim

ya da kimse bana çiçek almamıştı

saçımı okşayıp kafamdan da öpmemişti

ama bu dakkadan sonra

seni istesem de deli gibi

yattığım erkeklerle arkadaş olmak gibi veya arkadaşlarımla yatmak gibi adetlerim olmadığından

sana hayatta başarılar dilerim'


keşke öyle davranmasaydı. bir erkekle aramda 2 metrelik yatağın haricinde, 2 aydan daha fazla sürecek başka bişeler olabilirmiş gibi sanrılara kapılmazdım bende. en nefret ettiğim kız ilişki istiyo oğlan kaçıyo liseli hallerine düşmüş bulmazdım kendimi, ve bu sebeple ondan çok kendime kızmazdım. düşünüyorum da sevilmeyen biriyim belkide. seks yaptıktan sonra bi daha gördüğünüzde kanın beyninize gitmediği biri de olabilirim. sıkıcı da olabilirim. fazla erkek beyinli de olabilirim, ve bu sizi korkutuyo da olabilir. ama ben buyum. yersiniz yemezsiniz sizin tercihiniz. erkeksiz acımdan ölecek değilim.

bocalayan sizsiniz. ben de herşey net. ve sizin gibi karıştırmıyorum hiç bişeyi birbirine, kavram kargaşası yaşamıyorum kendi içimde. bana benim olgunluğumda biri lazım. benimle ilişkilerinizi benimle acaba sevgili olup da mı yatıyım gibi hesaplarla değerlendiriceksiniz zaten hızla uzaklaşın. büyüyün de gelin. yalan söylemeyin kimseye. bizi asıl kızdıran bu. her zaman söylediğinizin yarısı kadar adam olmayın. dünyadaki 3 milyar erkekten biri olduğunuzu unutmayın. ama yine de iyiki varsınız, çünkü benimle her kavga ettiğinizde kendime olan güvenimi ikiye katlıyosunuz. ve her kalbimi kırdığınızda ben kendimi daha fazla seviyorum.

hayatına devam et dedi bana. ettim. balkan ülkelerinden gelen, seks tanrısı gibi bi adamla müthiş bi gece geçirerek hemde :)

tanrım erkeği yarattın da nerelere koydun?

22 Şubat 2011 Salı

gece

gece
kollarını haç gibi açmış

kurtarıcısı gibi bazılarının
uzanırken aramızda
bir gündoğumu anında bir olduk

kısaldı artık gündoğumları
geceler uzun artık yanında
kafamı göğsüne koyduğumda

geceler uzun
geceler gündüz gibi yanında
aydan daha parlak
uzanırken yanında
nefes nefese ve aydan daha
aydınlık odan
bedenler çığlık çığlığa
duvar dibindeki yatakta

geceden korkup yanına gelmiş

çoçuğun gibiydim yanında
bana öğreteceklerin vardı
ateşten parçalardık birbirimizi körükleyen
şanslıydık ki geceler uzundu
birbirimizin loşluğunda gülümseyen

bedenler küçücüktü
altındaki arzunun derinliğinde
köklerini salıyordun diplerime
gece sayemizde doluyordu

gecelere geçmiş, gelecek
ve şimdi sığıyordu
zevk olup akıyordu gece
ellerin yüzümdeydi
yaşananları siliyordu
ellerin
yaşanmamışları koyuyorlardı
yerlerine

ancak duvar bitirebiliyordu geceyi
gündoğumu kısaydı
söküp alamazdı
çivilendiği dudaklardan
sana sarılıp kaçıyordum duvardan
yumuşaklığıyla çelişiyordu koynunun
sertliğine duvar da dayanamazdı
eriyordum

gece konuşuyordu bizimle
bir sevişmenden bahsettin
ha duvar ha o kadın dedin
bana da duvar derlerdi
sanırlardıki içim
tuğla ve beton
çöl gibi içim
kum dolu
ben görüyorum ama gözlerinde dedin
sana bakıyordum

utandım ben o gece yanında
daha önce seviştiğim için
ve sevişmediğim için çok

basıp gidecek gücü bulmak sanıyordum aşk
meğer kalabilmekmiş biriyle

ve gündoğumu
-seninle uyanmak neden bu kadar güzel
-seninle uyanmak da o kadar güzel olduğu için

15 Şubat 2011 Salı

benim hiç 14 şubatım olmadı

valla lan hiç olmadı. hiç kutlamadım, özel bişe yapmadım. ne öyle deli gibi sevgililer günü hayranıyım, ne de sevgi de parayla vay arkadaş, kapital düzenin oyunu bunlar diye karşıtıyım. kırmızı kalpler, ayıcık, i love you balonları tarzı mıç mıç bi kız diilim. sevgilim varken de, varken ve farklı şehirlerdeyken de, yokken de, ben hiç sevgililer günü kutlamadım. e kimsenin aklına da gelmedi benimle sevgililer günü kutlamak, beni şaşırtmak filan, şöyle kaşarlaşmış romantik jestler vs. 14 şubat benim için yıllardır kimse benimle kutlamak istemediğinden mütevellit sevilmediğimin iyice farkına vardığım genel olarak soğuk bi şubat günü olmuştur.

yaptığım istatistiklere göre, 2007-2010 yılları arasında (bu yıllar da dahil) her yıl bir öncekinden daha kötü bi sevgililer günü geçirdim. pink' in 'please don't leave me' isimli insanı duygusal hezeyanlara sürükleyen şarkısıyla tanışmam da bi 14 şubat günü olmuştur. sevgiliniz yurtdışında yaşarken bir 14 şubat öncesi sizinle boktan bi sebepten kavgalı olması, zaten uzakta olmanızdan dolayı ruhunuzda varolan deliği iyice büyütmesine, bir sene sonrakinde de alla alla neden aramadı acep diye düşünürken, sebebin kız arkadaşıyla beraber olması olduğunu öğrenmeniz için ise bir buçuk sene geçmesi gerekmektedir.

geçen sene ise ilk yattığınız erkekle 7 ay sonra tekrar beraber olmanızın ve o sevgili olmama konuşmasını yaptığınız günün üzerinden bi kaç gün geçmiştir takvimler 14 şubatı gösterdiğinde. insan ilk yattığı erkekle sevgili olmalı, sevgililer gününü kutlamalı. herkes bu kadarını hakediyor. o kişi de ilk yattığı erkeğin o olduğunu bilmeyi hakediyor. ben bu konuda gördüğünüz gibi her türlü sıçmış durumdayım. o vapur kaçtı artık.

bu sene yine sevgililer gününü kutlamadım. ama bu sene kutlayamadım. sürekli kendi sahasında sizi farklı skorla yenen takımdan bir puan almak gibiydi bu sene. sanki şampiyonluğu kazanmış havası vardı yani. bütün gün sapık sapık mesajlaşıp sonrasında, sevgililer gününün son dakikalarını uzun uzun telefonda birbirinize bugünü ayrı geçirmenin acısını nasıl çıkaracağınızı anlattık. bir erkeğin gülüşünü seviyorsanız durumunuz fenadır, 14 şubat, 30 ağustos efendime söyliyim 21 ekim filan farketmez. bana da farketmedi emin olun. doğumgünümü kutladığında nice senelere beraber tabi demişti, ben de sen yoksan istemiyorum zaten demiştim. hissiyatım değişmedi. sen yoksan istemiyorum.

10 Şubat 2011 Perşembe

en büyük probleminiz bu sene sevgililer gününün nasıl geçecek olduğu konusunda düşünmek zannedersiniz, ya da saç kremi almayı unutmuş olduğunuz sıkıntısı..
ya da işten tam vaktinde çıkabilecek misiniz veya evde ne yemek var filan..
sonra arkadaşınızın aşağıda yazmış olduğu bloğu okursunuz..
lök diye bişe çarpar yüzünüze..
itifa kaybedersiniz..
ağzınız kurur..
başınız dönmeye başlar..
etrafta olan biten fonda lüzumsuz bi uğultuya dönüşür..
bişe yapmak istersiniz..
herhangi bi tepki vermek..
ağlamak..
öylece kalakalırsınız birisi koltuğunuza japon yapıştırıcısı sürmüş gibi..
kızarsınız..
ben neden bunu bu siktiğimin bıloğundan öğreniyorum diye..
sonra bu kızmanın ne kadar da anlamsız olduğunu ve asıl kızdığınızın aslında bu olmadığını anlarsınız..
anlarsınız ama tam olarak da anlayamazsınız..
bişe yapmak istersiniz..
ama aslında yapabilecek hiç bişeyiniz olmadığını farkedersiniz..
böyle hissiyatlar uyandıran durumlar olduğunda kafasını şişirdiğiniz kişi aşağıdaki bıloğu yazan arkadaştır, ama onu arayamayacağınızı düşünürsünüz..
bişe yapmak istersiniz..
o an bir şişe viski olsa fondip yapacakmışsınız gibi gelir..
annenizi ararsınız çünkü hayatınızda tanıdığınız en güçlü kadın genetrix ve odur..
onunla konuşursunuz ama ne konuştuğunuzun çok da farkında değilsinizdir..
gözleriniz dolar..
aklınız inkar pozisyonuna geçer..
hala arkadaşınızı aramamışsınızdır..
kendinize gelmeye çalışırsınız..
sesiniz kısılır..
zaten 2 haftadır berbat vaziyette olan sindirim sisteminiz iyice beter olur..
kasılırsınız..
konuşamazsınız..
ağlayamazsınız..
bişe yapmak istersiniz..
ama göt olur kalırsınız..
bişeyleri değiştirebilecekmiş gibi oturur bılog yazarsınız.
parmağına bişe batsa sizin ki kanar modunda olduğunuz arkadaşınız için güçlü olmanız gerekmektedir, dolayısıyla kendinizi toparlamaya bakarsınız..
en kısa zamanda.

Teşekkür

Süper bir arkadaşım, eskilerden bir dost, blogumuzu kendi sitesine konu etmiş. Çok mutlu etti beni. Kadın çığlıklarından oluşan bir kaç siteyi de bizimki gibi okunmaya değer bulmuş ve örneklemiş. Gerçekten kendisine buradan teşekkür ederim. Kadınlara her zaman güzel davranan güzel insanları seviyorum. Kadınları oldukları gibi kabul edenleri seviyorum. Kadınlar sizin gibilerle güzelleşiyor, sizin gibilerle boşalıyor, sizin gibilerle hayat buluyor, kendini buluyor. Capricornette ve Genetrix adına kocaman teşekkürler ve öpücükler...
Ve ayrıca kendisine en keyifli sevişmeleri, en aşk dolu kadın bedenlerini ve yaşanabilecek en multiple orgasm-leri dilerim.
Seks ve aşk asla seni bırakmasın.
Sevgiler,
Genetrix.  =)

25 Ocak 2011 Salı

bir gün seni aradım. sen de güldün. olan oydu.


bazen başka biri olursun bir insanın yanında
seninle başka biri olmak zorunda değilim
en adi formumda benim
ve sana anlatmak istiyorum kendimi
sen uyurken yüzünü okşamak
ve sana fısıldamak
aslında nasıl biri olduğumu
ne kadar çok hata yaptığımı
ne kadar çok yalan söylediğimi
kırılmaktan kalbimin kalmadığını
bütün gürültümde
sessizlik bul istiyorum
beni bana rağmen sev istiyorum
en büyük ortak noktamız bu olsun
bütün tüfeklerimi su tabancalarına dönüştür
kuşatmalardan vazgeçir
birbirimize teslim olalım
sana teslim olayım

ve bu sefer değişik olsun
koşulsuz olsun

13 Ocak 2011 Perşembe

kadınlar ne ister

tek bişey: telefonu elinize alıp onu aramayı akıl etmenizi. bu kadar.

11 Ocak 2011 Salı

25. doğumgünüm

neden bu kadar güzel bi kutlama oldu:

* çünkü insan bir kere 25. doğumgününü kutlar
* bütün arkadaşları manyak ve alkoliktir, bu gece bunun canlı kanıtıdır.
* herkesin daha sonra diğerlerine anlatıcak bi bombası vardır.
* en yakın arkadaşı (genetrix) çok afedersiniz ama piçin tekidir (bana ayarlamaya bi arkadaşını getirir)
* iti taa yurtdışından gelmiş ve aramızdadır
* beyaz elbisem, dore ayakkabılarım, kırmızı oje-ruj ikilemem ve kürkümle ahu tuğba yanımda halt etmiştir.
* şişede durduğu gibi durmamaktadır, bu gece bunun vücut bulmuş halidir.
* abimi bir ömür şantaj etmeye yetecek kadar materyal (resim olsun, görgü tanığı olsun) elde edilmiştir.
* sonra o gelir.
* sonra o gidemez. (kucağına oturursam herkesin içinde tabi gidemez)
* sonra genetrix' in yanındakilere rağmen geceyi başkasıyla bir otelde geçiririm.
* hayatımda ilk defa bir geceyi bir erkekle sadece ona sarılarak geçiririm. ve bundan daha güzel bir doğumgünü hediyesi henüz icat edilmemiştir amınıke. (of nerden çıktı bu şimdi bilememekteyim)
* o gece yanımda olan herkes iyiki vardır.

kutlamanın ardından pazar sabahı bir otelden çıktım. yanımda o. üzerimde kürk ve beyaz elbise. mesaim bitmiş dönüyorum havası. herkes bana bakıyor. umrumda diil. bilmiyorlarkı aslında nasıl romantik bi gece geçirdiğimi. ben onlara daha ters bakıyorum. 25 kat daha mutluyum.
ne onu ne de o geceyi 25 yıla değişmem. başta annem ve babam olmak üzere herkese 25 kere teşekkürler.