29 Eylül 2012 Cumartesi
23 Eylül 2012 Pazar
Selam, kimse yok mu?
Ben kadın.
Yalnız kadın.
Geri döndüm.
Önce, bi umut, belki bu sefer diye diye sana geri döndüm.
Olmadı.
Sonra, sensizliğe ve uzun süredir hayatımdan çıkartmış olduğum cinselliğe.
Olmadı.
Şimdi, evinde yalnızlıktan her Pazar akşamı ağlayan bir kadına dönüştüm.
Hayatta hiç büyük konuşmamak gerekirmiş.
Kendini de bir halt sanmamak, egoya yenilmemek gerekirmiş.
Yaşlanıyorum ben.
Büyüyorum en sonunda.
Özlemiyor muyum sanıyorsun, seninle mi kalacağız, yoksa sürüne sürüne evime mi gideceğim sorusunun tek derdim olduğu günlerimizi?
Elbette özlüyorum. Her şeyinle seni özlüyorum. Günüm, gecemdin.
Ama başka da mesela; lisedeki aşkımı özlüyorum. Sağlığını ve dolayısıyla her şeyini kaybetti o. Bugün bir film izledim, onun önerdiği. Sonra, ağladım saatlerce. Yapayalnız.
En uzun yıllar boyunca sevgilim olan ve beni aslında şuncacık hayatımda tek kaldırabilen adamı da özlüyorum. Yüzüğü buldum bana aldığı ve bir tekini de kendisinin taktığı. Öyle özlüyorum ki; yüzüğü işaret parmağıma taktım. Eskiden mesela sağ elimin yüzük parmağına takardım.
Sonra, aslında seninle bu hallere gelmemize sebep olan en önemli faktorlerden birini özledim. Asla ulaşamadığım o tatlı dilli kadın düşkünü adamı. Egomu şu hayatta ilk kez yerle yeksan eden adamı. Ben çılgıncasına aşık olmuşken ona, beni istemeyen adamı. Öyle benimle bir ay falan düşüp kalkan, benim hayatta ilk kez kıskandığım adamı.
Ve mesela o ilk aşkımı. Asla birbirimizle zamanlamalarımızın tutmadığı. Hep birbirimizi takip etmek ya da kovalamak zorunda kaldığımız zamanları. Ve askerliğini. Keşke gitmeseydi dediğim o iğrenç zaman dilimi. Yok o zaman dilimini özlemiyorum, meraklanma.
Hem ben o öncelikle en yakın arkadaşlarımdan biri haline gelen o hayatta tanıdıgım en karakterli insanlardan biri olan ama her sarhoşluğumuzda çılgın gibi seviştiğim adamı da çok özlüyorum.
Hepsinden bugün bahsettik.
Hepinizi andım. Kulaklarınızı ve penis boylarınızı çınlattım.
Ya, sevgilim, son sevgilim, ömrümü adamak istediğim. Seni düşünmem değildi seni özel yapan. Bugün anladım ki; sığırmışsın sen de.
Geçenlerde bir CV yapmışım ki, akıllara zarar. Bir de cover letter yazdım ki, uf! Görünce onu bana bir test yollamışlar. Testi de yaptım, 36 saat aldı yapması. Zaten 48 saat müsaade etmişlerdi, ben hemen yolladım erkenden.
Şaka maka, sen ne yapacaksın şimdi bensiz?
Ben mesela hob, olsun diye her Pazar akşamı evde yalnız başıma ağlıyorum. Hıçkırıklarım duvarlara çarpıyor. Sonra sekip bir de bana çarpıyor.
Misal iki kişiyle tanıştırdılar beni. Biri kinkong biri de gırtlaktan şiveli konuşuyor. Biliyorsun ben senin gibi bir salon erkeğine çok alıştım yıllardır. Normal yurdum insanı bana olmuyor, sakil duruyor. Görüşmedim bir daha onlarla. Hem zaten ben çok mutsuz bi kadınım sayende; etrafa negatif enerji saçıyorum sürekli. Tanıştığım insanlar da beni istemiyorlar.
Kim ne yapsın mendeburun tekini.
Ne diyordum, dalmışım... Sevgilim, sana sevgilim demeyeli ne çok olmuş. Özlemişim. İçimden taşa taşa sevgilim demenin keyfini özlemişim. Peki de bu yalnızlığı ne yapacağız?
Geçer mi, ne dersin?
29 Ağustos 2012 Çarşamba
total eclipse of the heart' dan your girl is lovely Hubbell' a
bu giriş cümlesinden sonra bir şey yazmaya gerek var mı emin olamadım. ama belki olanlar bir senedir yediğim her haltın bir sonucudur ve belki evrenin garip bir intikam seviciliği vardır, ve ne eksek onu biçiyoruzdur. şahsen ben ne ektiysem bana girdi biraz.
1 ocak sabahıydı. onun şehrindeydim yılbaşında sabah artık bana gaz odası gibi gelen otel odalarının birinde uyanmıştım. aşırı akşamdan kalmaydım, kahvaltı için buluşma saatini beklerken bonnie tyler total eclipse of the heart çalmaya başladı kafamda. yatakta açtım dinledim. sonra o akşam onunla beraber olacağımız geldi aklıma. neden bu hüzüntülü şarkıyı dinliyorum diye düşündüm bi anlamı yoktu. üstüste güzel iki gece geçirecektim, ne alakaydı. sonra anlamlanacağını bilmeden.
ve evet aynı yatakta ilk defa seviştik o gece. tek stediğim 15 gün kalacağım ve iş sebebiyle sık sık geleceğim bi şehirde biriyle beraber olmaktı. yine olmayacak bi adamla seviştiğimi belirtmeye gerek yok sanıyorum. ama o 1 ocak gecesi bir şey oldu. nooldu nasıl oldu bilmiyorum. hiç sevişirken birine aşık olmamıştım. bu ne ya dedi. bu nasıl bi ten uyumu. o ana kadar ten uyumu diye bi kavram yoktu literatürümde. sanki yıllardır sevişiyomuşuz gibi, sanki hep berabermişiz gibi. aylardır hiç bir hissiyatta bezi olmayan bünyem bunu kabul edemedi tabi. kendi eşşekliklerimin farkındayım ve kalbini kırdığımı da biliyorum. eşşekliklerime gerek olmadan da zaten birbirimize güvenip bel bağlamazdık muhtemelen. ama bunlar oldu ve ne hissettiysek hissettik işte.
15 günün ardından ben şehrime dönerken havaalanında tek bir şarkı dinliyordum, the way we were. your girl is hubbell denen filmin müziği yani. yine daha sonra anlamlanacağını bilmiyerek. döndüm. o da döndü. alışkın olduğumuz ve tanımadığımız yeni bedenlere.
temmuz ayında bir gün onun şehrindeydim yine bu sefer tatil için. elimde koca valizim, yüzümde seni göreceğim için koca bir gülümseme, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü. yolculuğumun kaçıncı saatiydi hatırlamıyorum. beni alması için, onu görmek için yanına giderken, bana nişanlısıysa mobilya seçtiğini, evlilik hazırlıkları içinde olduğunu whatsapp' dan yazarak söyleme gereği duydu. sonrası biraz buğulu. yabancı bir şehrin otogarında ağlamaktan yüzüm gözüm kıpkırmızı, elimde koca valizim, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü 7 aydır hayatta en çok istediğim şeyin onu görmek olduğunu söyledim. kızma bana dedi. sen bana na zaman beni seviyomuşşun gibi davrandın ki, nerden anlamamı bekledin bunu dedi. daha önce hiç sikilip atılmamıştım. böyle bir duyguymuş demekki. haklıydı. galipti. şaşkındım. dünya ve güneş sistemindeki gezegenler başıma yıkılmış olabilirdi. annemi aramak anlatmak filan istedim. küçüktüm, çaresizdim ve yangındım. gururum kırılmıştı. elimde bir bavulla, onu görmeye giderken evleneceğini öğreniyor olma durumunu da bünyem kolay kabullenemedi.
ve ben hiç bu kadar yanlız hissetmemiştim kendimi. birine sarılmak istiyorum hayatımda ilk defa herhangi birine. ağlayamıyorum. sevişmek de farketmiyor, birilerine anlatmak da. her türlü boşalmak iyi gelmiyor.
bir daha benimle ilgili hiç bir şey eskisi gibi olmayacak gibi, sadece kemik ve derilerim kalmış gibi, vazgeçmişim gibi. elektrik çarpmış, içim de bi yerlerde şimşek çakmış gibi. daha önce de içimdekileri alıp götürmüşlerdi ama bu sefer bir daha hiç yerine gelmeyecekmiş gibi.
yarın evleniyor. ben de dün giriş cümlemde belirttiğim evli erkekle beraberdim. ama bi gün neden sevgilin yok diye sormuştu. daha önce kimsenin sorması bu kadar acıtmamıştı. hiç özlediğin biri de mi yok demişti. seni demek istemiştim. seni özliycem muhtemelen dedim. o da sanırım ben de dedi. işte bu yüzden sevgilim yok. muhtemelenlerle karışık sanırımlı sanrılarım olduğu için, misal yattığım erkek bile evli olduğu ve sen evlendiğin için.
12 Haziran 2012 Salı
I' ll go back to black
yakın zamanda yine sevgilin olacak. belki yine nişanlanacaksın. ve benim içim kıyılacak. ne sana ne de başkasına bişe söylemeyip, geçsin diye bekleyeceğim. ve bir sürü kendini kaybetmişlik tecrübe edeceğim.
5 Haziran 2012 Salı
madonna gibiyim
11 Mayıs 2012 Cuma
we found love in a hopeless place part II
bi otel odasında tek başına içiyosanız da yanlızsınızdır.
bu iki eylemi farklı zamanlarda aynı sebepten yaptıysanız, ve şu anda bu iki eylemi aynı anda, aynı sebepten yapıyorsanız boku yemişsinizdir.
galiba en kötüsü telefonun insanın allahı olması.
9 Mayıs 2012 Çarşamba
we found love in a hopeless place
keşke yine öyle olsa.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
13 Nisan 2012 Cuma
lenny kravitz - again
12 Mart 2012 Pazartesi
Bir kaç gün, iki kadın, iki adam.
Gezerler, ufak tefek alınacakları vardır, hallederler ve hani o hep çok sevdikleri küçük köhne puba gider, bara kurulurlar.
Doludur malum mekan; haftasonu olduğu ve müdavimi çok olduğu için, ama severler bizimkileri, kızkıza gittikleri tek yer gibidir orası, hiç aldatmadıkları sevgilileri gibidir o mekan, başka yerde kırmazlar cevizlerini, başka yerde dökmezler içlerini, o pubın kapısında öpüşmesi de ayrı bir keyiftir hep zaten; hemencecik kuruluverirler bar taburelerine ve başlarlar alkollü muhabbete.
Kadındır. İçtikçe güzelleşir. Serde bir başkaldırı ve devrim rüzgarı her daim mevcuttur.
Kadınlardan birinin - koca popolu olanın hani, eski bir arkadaşı gelir yanlarına, saat geceyarısına yaklaşmışken. Diğer kadın - kocaman gözlü olan hani, gelen adam ile ilgilenirken, koca popolu muzır kadın kendini bir an soyutlar dünyadan. Ve başlar bilinçaltı işlemeye ince ince.
Mekana ilk girdiklerinde, yer yokken daha, bara oturmak istemişti o. Barda bir çocuk. Çelimsiz, kadının boylarında, pespaye, çirkinin sevimlisi suratlı. Müdavimlerdi ya hani, hemen bara oturup, en sevdikleri içkilerini söyleyip, başladılar yudumlamaya. Bir süre sonra o geldi, barın içinde duran, çelimsiz çocuk hani.
"İyi misiniz?" dedi, "Var mı bir isteğiniz?"
Munis sorulduğu izlenimi verilen soru bir meydan okuma idi aslına bakarsan. Ne medeni cesaret toplaması gerekmiş o soruyu bize sormak için, kim bilirmiş...
"Yok." dedi kadınlar. "Teşekkürler, iyiyiz böyle."
Halbuki hiç de iyi değillerdi. Kalpleri kırık, ruhları çökmüş, içleri geçmiş, bedenleri küflenmiş gibiydiler.
Ve çocuk köşesine geri gitti. Bilgisayarının başına geçti, mekanın müziklerini yapmaya devam etti. DJ filan gibi bir şeydi herhalde, barmen de olabilir, neyse çalışıyordu işte müdavimi oldugu barda, ve ilk kez görüyordu kadın onu. O da kadını keza.
Gecenin sonunda mekan boşaldıkça boşaldı. İlikleri kuruyana kadar gitti herkesler, bizimkiler kaldı. Kadın, kalktı bar taburesinden, kafası çok güzeldi, çok. Yürüdü bir kaç adım. Ömründe yattığı erkek sayısı "henüz" 30'a yakın bir kadın olmasına rağmen, o attığı çekimser, tutuk, ikilemli adımları tüm sarhoşluğunun yarattığı yapay medeni cesaretle atabildi. O köşesinde müzikler çalmaya devam ediyordu. Birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi; kadının götü o yüzden de yedi biraz da aslına bakarsan. Ve gitti. Tarihin en "epic fail" tanışmasını gerçekleştirmek için gitti. Ve bahaneyle bir kaç şarkı istedi, çalar mısın diye kedi gibi bakarak sarhoş gözleriyle. Ve sordu: Sigara içiyor musun? Aldığı cevap basitti: Evet. (Ve bir küçük gülümseme.) Kadın elinde yanan sigarasını uzattı dudaklarına çocuğun. Çocuk utandı. Çok phallic bir andı.
"Benimki yanıyor, orada." Belliydi utandığı, ama reddediliyordu kadın en nihayetinde.
"Hmm, peki." Yüzyıllık ayarını almış ve yarattığı tüm fake medeni cesareti yerle yeksan olmuş bir kadın olarak bar taburesine geri döndü kadın.
Ertesi sabah ayılınca ve kendisine yaptıgı anlatılınca anlayacaktı ne sacma bir şeydi cocuga sigaranı uzatmak.
Sonra kadın taburesindeyken ve çocuk köşesinde barın geldiler gözgöze ve gülümsemeleri alkolik kahkahalarla süslendi uzun sürmüş ama saniyelik hissedilmiş yetmeyen hissiyatlarla.
Sonra kadının hatırladıgı kare, yine şarkı istemeye gidecek kadar adamı zorlayacak olmasıydı. Bu sefer teknolojiyi phallic symbol olarak kullandı ve cep telefonunu koydu barın üzerine. Her saniyesi tehdit kokuyordu hareketlerinin. Köşesine sıkışmış bir çocuktu o; önce ağzına sigara uzatılan; sonra önüne cep telefonu sürülen. Ve maskülen ittiriişlerle galip numarayı almakla kadın oldu. Ve ancak, son düzlükte yedi bir çalım çünkü çocuk kadının telefonuna numarasını yazdıktan sonra hemen vermedi; kendi kendisine bir çağrı bıraktı. Sonra izin verdi kadının numarayı keydetmesi için telefonunu geri almasına. Çocuk zekiydi. Sarhoş olması engel değildi. Kadın beğendi, gitti, aldı. Çocuk kafasını kullandı. Kadına gol atmıştı bile.
Kadın çocuğun sigarasını yaktı.
Çocuk "Sana bir yemek borcum oldu şimdi." dedi.
Kadın "Pahalıya patlar."
Çocuk "Sen ne iş yapıyorsun ki?"
Kadın mesleğini söyledi.
Çocuk "Hmm, şimdi anlaşıldı bana niye pahalıya patlayacağı.
Kadın "Peki sen?"
Çocuk "Şarkıcıyım."
Sonra güldüler. İkisi de birbirini ciddiye almadı zaten.
Öylesi sarhoştu ki kadın, hep beraber çıkıp mekanı kapasalar dahi hatırlamamış ve çocuga sabahın 5inde mekanın hala acık olup olmadıgını sormak için mesaj bile atmıştı. Ertesi sabah telefonunda görünce yine utanacaktı, ama asıl utanmayı mekanı beraber kapattıkları gerçeğine ragmen mekan hala acık mı diye sormasına bağlı unutkanlığı ya da sarhoşluğu yüzüne vurulunca yaşayacaktı.
Kadınlar eve gittiler. Kadının eski dostlarından olup da o gece gelip, kocaman gozlu kadınla yakınlaşan adam kadınları evlerine bırakmıstı. Kadınlar evlerinde uyudular ve evlerinde uyandılar ve yalnız uyudular.
Ertesi sabah mesajlar atıldı. Çocuk kadına "Mesajı çok sabah gördüm, pardon." diyen. Sonra kadın bir mesaj attı, sonra o gün kadının işi var mıydı? onra ayılmaya çalışmak harici işi yoktu kadının ayyuka çıktı. Ve sonra buluştular saat 4'te meydanda. Trajiromantik ilk buluşmaları gezegenlerin dizilişinin birbirlerine karşı daha 24 saat dolmadan hissetikleri çekimser çekim ile ters açı yapmış ve tarihin en epic fail tanışmasına müteakip tarihin en epic fail first date'i yaşanmıştı.
Buluşmadan evvel iki kadın arasında geçen muhabbetlerde kadının buluşacağı çocugun, henüz çocuk yasta olabilecegi hakkında en seviyesiz konuşmalar yaşandı. Çok küçük gösteriyordu zira. Kesin daha 20 yaşındaydı; liseyi bitirmiş, yetenek sınavlarına hazırlanıyor filandı kesin... 90'lıdan büyükse gidip koca gözlü kadının yüzüne tükürsündü koca popolu kadın... Ve kadının buluşunca ilk sorusu kaç yaşındasın oldu çocuğa; aldığı cevap ise 29'du. Artık bir kadın ve bir adam yürüyorlardı yolda.
Beyoğlu'nu aşağı doğru yürürlerken yanyana, kadın çeşitli komik hikayeleri anlattı gelmeden evvel kocaman gözlü arkadaşıyla evde yaptıkları muhabbetten kesit kesit ama kibarca. Zira çok bel altıydı, çok haramdı, çok yanlıştı o muhabbetler; ki karşısında bir adam vardı; çocuk mu kandırıyordu? Yürüdüler, Ara Kafe full çekmişti. Yürüdüler, House Cafe'de tek bir masa boştu ve beğenmediler; halbuki adam içeri girdiğinde en sempatik masanızı rica edebilir miyiz demişti. Adam rüya gibiydi. Leblon'a gittiler; boştu. Oturdular ve iki saat boyunca durmaksızın konuşup anlattılar. Kadın hakikaten ........, adamsa hakikaten müzisyendi. Ciddiye aldılar bu sefer zaten. Ayık kafayla; bir gece önceki hareketlerden utana sıkıla konuştular nefessiz kalasıya. Yemek yiyorlardı ki kadının yediği tavuk çiğ çıktı. Adam kadına bir yemek ısmarlamak istemişti, o da çiğ çıkmıştı, elinde olmayan bir kusurdan utandı adam ve kadın gülümsedi, uğruna çiğ tavuk yediği adamın munis ve utangaç suratına. Ve sonra kalktılar Leblon'dan, yürüdüler, ve kadın inanamıyordu nasıl olabilirdi bunca tesadüf. Adam da çok kahveci bir insan değildi, kadın gibiydi, kahve içmeye gider bambaşka şeyler içerdi. Hadi dediler madem öyle, yolda yürürken sevdiğimiz bir şeyler içelim, girdiler bir Starbucks'a. Kadın dönüp dedi ki; henüz her şeyin sorunsuz ilerlediği ilk yer burası. Ara Cafe, House Cafe, Leblon, hepsinde bir sorun olmuştu ya; henüz Starbucks'ta bir sorun çıkmamıştı, ki özellikle "henüz" demişti kadın. Sıra onlara geldi, siparişlerini vermek istediler, ama ne yazık ki istedikleri içecekten yoktu. Al işte dediler, birbirlerine bakıp daha da şaşırdılar, biraz sonra kafalarına meteor filan düşmeliydi, kimse de cenabet filan değildi halbuki. Güldüler, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak.
Yürüdüler Beyoğlu'nda. Kadının kıçına kalabalıkta biri bir pandik attı hatta. Daha beter ne olabilirdi ki? Lanet üzerlerindeydi resmen. Ve ayrılık anı geldi çattı. Metronun onunde, elini öptü adam kadının. Kadının kalbini öpmüş gibiydi halbuki. Kadın ayakları yere basmadan indi merdivenlerinden metronun. Kimbilir bir daha ne zaman görüşeceklerdi, ayrılık anları hep zaten böyle garipti, ikinci görüşme için hemen şimdi söz alınmalı mıydı, yoksa çok mu ısrarcı görünülürdü, yoksa ne yapılsındı... Bilemiyorlardı... Kadın evine gitti. Çok mutluydu. İlk görüşte aşık olmuştu. Kimbilir ne zamana kadar misafir edecekti bu adamı kalbinde, bilmesindi, bilse de ne olacaktı ki? Hoşgelmişti aşk, bir kere daha. Kalsaydı biraz, hemen gitmesindi.
29 Şubat 2012 Çarşamba
Artık yıl.
Bir de 2008 senesi artık yıldı zira ve
2007'nin iki yarısı vardı, biri cennet biri cehennem addedilebilecek.
O zamandan beri her an ve her zaman durağan.
Mesela benim kalbim hep 22 yaşında.
21 Şubat 2012 Salı
Eksperimental
16 Şubat 2012 Perşembe
Beyni yeniden kurmak
Neden? Çünkü hatalarım oluyor; beni acıtacağını bilmeme rağmen nokta atışı yapıp yine buluyorum belayı.
Alkole karşı bir zaafiyetim var. Alkole hayır diyemiyorum. Bilinçaltımın derinliklerinden taşan şeyler alkollüyken umrumda olmasa da; alkolun etkisi geçtiginde zehir oluyor, zemberek oluyor bana. Bu kafaya gelmemin haklı haksız çeşitli sebepleri mevcut elbet. Geçmişin bana dayattıkları, geçmişten kaçmaya çalışırken aşağılara en diplere gömdüklerimin oradan çıkmaya çalışması, artık yeter dediklerimin alkolle peydah olup beni kanatması ve vicdan denen yakın arkadaşımın beni kendimden nefret etmeye, günlerdir aynalara bakamamaya zorlaması.
Kafamın içine çizmem gereken kırmızı kalın çizgiler sayesinde yazıldığım gibi okunacağım. Bunu yapmak için ilk önce ihtiyacım olan gücü kendimde bulmam lazım. Daha evvel bunu denemiştim, evet, ama bir eski sevgili istedi diye denemiştim. Adam bana çevrendeki iblislerden soyutla kendini demişti, ve ben onu çok sevdiğim için bunu yapmış, gerek cep telefonu gerek internet üzerinden ulaşılamayacak bir pozisyona çekmiştim kendimi ve iblislerin erişimine kapalıydım. Ama o ilişkinin bitmesi ile benim de arayışlarım ve cinsel açlığı olan bir kadın olmamın düşüncesiz hareketleriyle iblislere kapıları yeniden açmış bulundum. En azından bana erişebilecekleri imkanlar ortadaydı. İnternete geri dönmüş ve cep telefonumu vermiştim bu insanlara ya da bana attıkları mesajlara açtıkları telefonlara cevap vermeye başlamıştım yeniden. İlişkim yoktu ki; kime neydi...
Kafam pişmanlığa basmıyordu. Vicdan denen şeyden mahrumdum. Hayatı alabildiğine yaşamak diyordum; insanı insan yapan. Ama alabildiğine kavramım biraz sürreeldi.
Sonraları yavaş yavaş bir kafa geldi bana. Körü körüne aşık olamayacaktım yeniden, biliyordum, ama adam gibi ilişki yaşamaktı amacım. Zira hiç adam gibi bi ilişki yaşayamamıştım ki ben. Sorsalar hep uzun süreli ilişkilerin kadınıydım da; elde var sıfırdı hep benim hayat matematiğinden öğrendiğim. Elde geriye kalan ne güzel bir aşk hikayesi oldu; ne sadık bir ilişki oldu; ne karşılıklı sevgi-saygı-güven sacayağı oldu. Elimde sıfır çarpı sonsuz vardı.
Ve artık o kafanın bana gelmesiyle ilk kez, bir sevgilimi aldattığım zaman vicdan azabı içinde kavruldum, kıvrandım durdum. İlk kez hayatımda kalbim kanadı. Şangır şungur yerlere döküldü cam kırıkları içimde. Ve evet yine alkollüydüm. Sebebim sonucum yoktu; alkollüydüm ve yaptığım şey bana o an hiç de kötü gelmiyordu. Kötü hissedişleri görmezden gelmeye çalışıp, diplere ittiğim bir süre geçti. Ve geçenlerde yine yaptım aynı hatayı ben. Aldattım onu yeniden. Normalde yüzüne bakmayacağın bir adamla, seni bağlasalar durmayacağın bir yerde, kalpler kıra kıra, zerre farkında olmadıgın için umrunda olmayarak. Çok sarhoştum. Ama hatırlıyorum. Ve bu sefer geçen seferlik şaşkınlığım da yok vicdan ve azabı konusunda. Çünkü geçen seferkini ilk defa yaşadığım için hayatımda; doğruluğuna inanmamışım bile. Üstünü kumla örtmüşüm pisliğimin. Şimdi çomağın tekiyle deşeleyince çıktı karşıma. Üzerine yenisi de eklenerek.
Kendime kalın kırmızı çizgileri çekmeye önce kafamın içinde başlamaya kendime söz verdim. İradeli olup insan gibi içmeye karar verdim. Her şeyi uçlarda yaşamamaya karar verdim. Sıkılmışım ve artık üzerimde eğreti durmasından rahatsız oluyorum. Büyüyorum. Hatta yaşlanıyorum. Bir ağırlığı olmalıymış kadının ya; hakikaten öyle. Yola erken çıkmaktan sebep, normal sandıklarım, normalleştirdiklerim olmuş hayatımda yozlaşma olduğunun bilincini hiç yaratamadan zihnimde. Ama kendime uzaktan baktım. Çıktı sanki bedenimden ruhum. Günlerce uyudum da, kendimi izledim. Dışarıdan nasıl da adi, nasıl da kötü, nasıl da kokuşmuş gözüktüğümü gördüm. Gördükçe kendimden nefret ettim. Gördükçe ölesim geldi. Gördükçe pişman oldum, gördükçe azabı büyüdü vicdanımın. Ve karar verdim ki; ben o kadın değilim. İzlediğim kadın değilim. Son bir yıl içinde yaptığım bu iki hatada da gittikçe artan bir azap yaşıyorsa ruhum ve bedenim, buna dur demem lazım. Geç kalmıştım bile çoktan; geç de olsa danketti kafama. Kendimi öldürsem mi, yoksa nerelere kapatsam, nasıl atsam diye düşünürken bunların çare olmadığını görerek yeniden yapılanma sürecine girmeye karar verdim. Kendi içimde nasılsam; dışımda da öyle olmalıyım dedim. "İrade" denen mevhumu yakalamam lazım dedim. Bu yüzden hayatımda ilk defa; bir sevgilinin dayatması, baskısı, kaba kuvveti, güvensizlik sorunları, ego savaşı vs. olmadan kendi rızamla hayatıma çekidüzen veriyorum. Ve ayrıca hep bir sebebim olurdu sapıtmaya bahane edebileceğim; sevgilinin kendisi, yaşanan sorunlar, ailevi durumlar, kürtaj, ayrılıklar vesaire diye hep sapıtmamı çocuk beynimde haklı çıkartabileceğim, kendimi kandırabileceğim datam oldu elimde. Ama bu sefer, hayata dair hiç bir detayı bahane olarak kullanmak istemiyorum. Arasam yine bulurum belki, bir milyon tane daha sebep, ama yok; istemiyorum. Bu bokun sebebi benim. İradesizliğim. Yazıldığım gibi okunmamam.
Hayatımdaki tüm iblisleri tüm kötülükleri çıkartmaya karar verdim. İster tövbekar de, ister orospunun tövbesi yarağı görene kadardır de; yok, bundan sonra sadece kendim, ve bir elin 5 parmağını geçmeyecek adam gibi adam arkadaşlarım için yaşayacağım. Çünkü kendimi kaybetme lüksüm yok. Çünkü arkadaşlarımı kaybetme veya üzme, düşündürme, yüzlerini düşürme, kendilerini kötü hissettirme vb gibi bir lüksüm yok.
Her şeyi yoluna koyacağım. İyi ve iradeli bir insan olmayı öğrenmekle başlayacağım her şeye.
9 Şubat 2012 Perşembe
20 Ocak 2012 Cuma
Hayırlı Cimalar!
Bu haftasonu hava İstanbul dolaylarında yağmurlu hatta sağanak yağmurlu.
Neden siz de sağanak yağmayasınız?
Hadi, pamuk eller göte memeye.
Hayırlı Cimalar Olsun!
9 Ocak 2012 Pazartesi
and the rest is silence
6 Ocak 2012 Cuma
Skerler!
bi ağız tadıyla yaşayamıyoruz.
herkes edecek laf, verecek tepki, koyacak bir posta buluyor.
tek yanlı düşünce yapılarıyla savaşmıyorum artık.
kimseyi alttan almıyor, kimseye bana göre yanlış ya da haksız ya da anormal olduğunu kabul ettirmeye çalışmıyorum.
münazara, münakaşa, muhasebe yapmıyorum insanlarla.
herkes hiç.
hepsi hiç.
hayatımın bazı iniş çıkışları olması normal.
herkesinki gibi -dertleri kendine büyük bir antikarakter olmamın da verdiği haklı duruşla- dünya ile olan tüm bağlarımı kopartmayı tercih ediyorum.
bencillikse bencillik diyip, hodri meydan kafasına geçiyorum.
kimsenin hayatımdaki varlığının sorgulanmayacagına inanan insanlar tanıdım, tanımışım, daha fazla tanımak istemiyorum.
arkamdan iş çevirenlerin yüzüme gülüp, benden vefa bekleyebilmesi ikiyüzlülüğüne tahammül filan etmek, insanları "özünde iyi, oldugu gibi kabul etmek lazım" dusturuyla kabullenip, kazık üzeri kazık yememe izin vermek istemiyorum.
her şey yolundaymışçasına "aman kimsenin huzuru kaçmasın" diye her haltı içime atıp, derinlere gömüp, kimsenin keyfi kaçmazken benimki sıfırın altında seyrederken insanlara çok iyiymişim gibi rol kesmek istemiyorum.
kimse beni, içimi, derdimi, tasamı bilmezken beni yaftalayamayacak veya konuşamayacak benimle.
insanların içleri buruk diye ağzımı açmadıklarımı ben bilirim.
alttan aldıklarımı ben bilirim dertleri var diye.
şahsıma yapılan ne durumları yuttuğumu kişisel dertlerine istinaden benimle alakalı benden kaynaklı olmayan sorunlarına ragmen derdine dert eklenmesin diye sustugumu ben bilirim.
derdini anlatan insanların dertlerini bilip de, ona göre şekil aldıgımı ben bilirim.
ben dertli insnalara benim derdimi de dert edinmesin diye anlatmıyorken -sırf anlatmıyorum diye bilmediklerinden ötürü- dertsiz addediliyorsam, sokarım ben oyle aşkın ızdırabına, sokarım ben öyle düz mantığın çelişkisine.
önüne gelenin beni ayakta skertmeye çalışması bu sıra çok üstüste gelse de skerler.
bundan sonra ben yokum.
dünya kimsenin etrafında dönmüyordu benim bakış açıma göre, bir orta yol bir hal çare bulunabilmeliydi ikili ilişkilerde karşındaki kim olursa olsun.
kestirip atmakla, ispiyonlarla, tek taraflı ki o da at gözlüklü perspektiflerle kim nereye doğr nasıl ilerlerdi ki?
ama sıkıldım hepinizden, herkesten.
sürekli bir alayına isyan kafasındakileri sakinleştirmekten, sürekli bir ben olmaktan çıkıp güzin abla, bir yardım ve yataklıkçı, bir sorumluluk taşıyıcısı, bir anne, bir ben dışındaki herhangi bir şey olmaktan sıkıldım.
ve artık kimsenin hayatında da yokum.
kişisel tercih.
tartışmaya da açık değil.
hepinizin yolu açık olsun.
24 Kasım 2011 Perşembe
3 Kasım 2011 Perşembe
Istek Kipi
Kırmızı kadife koltuğuma otururken ben bana bakan bir adam, çelimsiz ve beyaz tenli belki kocaman yemyeşil gözleri olan, koridorda karşılıklı duran odaların birinin kapısından çıkıp diğerine girerken görülsün. Ve kaybolsun sonra evde. Şeytan alsın götürsün. Satsın. Getirmesin.
Bir rakı sofrası kurulsun denize nazır gönlümde. Masada bir kaç aşk olsun, bir kaç sima -eskiden tanıdık, bildik- meze niyetine. Rüzgar ürpertmeden essin, eserken anlatsın; kumlar havalanmadan dinlesin. Altınbaş'ı sek içerken fonda iyot çalsın, fosfor oynasın.
Rüyamda bir kadınla sevişeyim. Dağınık saçlarıyla bana baksın. Gel desin. Gideyim. "Veryansın!" diyeyim yürürken. "Hodri meydan!" desin öperken. Ve yansın kızıl meydanlar.
Bir rakı kadehinde erimeye yüz tutan buzun içinde yıllar evvel kaybettiğim çocukluğu bulayım, kovalayayım hunharca. Diyeyim ki; sana en iyi ben davranırken, sen benden kaçtın başkalarının hatalarından sebep; gelemezsin bir daha. Gitsin; bir daha hiç gelmesin. Korkutmasın beni karşıma zamansız çıkışlarıyla. Artık diyebileyim ki oldum, öldüm. Velev ki ölsem. Selamı okur o çocuk sadece.
İstiyorum ki oturayım, var ise şayet tanrı ile karşılıklı; dolduralım birer duble, hiç konuşmayalım, bakalım öylece birbirimize, ilk kim soru soracak diye. Bir çekişmece dönsün, bir inat hüküm sürsün. Bir çekmece açılsın, bir hükümdar düşsün. Bir çekim oluşsun ,kimi hükmen mağlup olsun. Sonra öpeyim ben onu dudaklarından, şayet varsa - ki şükretsin beni yarattığına.
Duvarımdaki saat dursun. Akrep ve yelkovan üstüsteyken dursun. Bari onlar kavuşsun. Pilini değiştirmeyeyim o saatin. Baktıkça içim aksın. Zamanın pornografisine hayran kalayım.
31 Ekim 2011 Pazartesi
Yazım Çizim Boşaltım Sistemleri
Şimdi bizler de aynı çabayı verelim mi diye düşündüm, gelen bir kaç tepkiden sonra ama; dedim ki, ne gerek var? Kim ne düşünürse düşünsün; onun için yazmıyoruz biz. Biz içimizi boşaltmaya yazıyoruz. Çünkü her türlü boşalmak iyidir. Boşalmak her anlamda güzeldir.
Evde ailene karşı boşalamazsın. Sevgilinle boşalamazsın. Arkadaşlarına karşı boşalamazsın. Şehre, memlekete, yaşayanına, saygısızına, hırsızına, arsızına, iyisine - kötüsüne boşalamazsın. İçinde patlar. Ne demiş hırtın teki; sustukların büyür içinde. Ya da sıçtıkların keyif dilinde. Onu ben attım. Bence oldu. Ben tatmin oldum. Gel de patronuna karşı boşalt içini? Ya da öğrentmenine?
Tüm anlamlarda bir şekilde boşalamadıkça, insan içini bşaltmadıkça delirir. Kadınların bu tip sendromları bile var: İSKS. İyi sikilmemiş kadın sendromu. PMS ya da. Reglin boşalmadı diye.Ama erkeklerde de var bu. Kadınlarda da var bu. Herkeste var. Bir şeyleri içe atmak iyiikten çok kötülük bünyemize. Aklımızın sıçışlarını bir yere kusmak rahatlatsın diye bizi yazıyoruz. Kafadan atıyoruz. Götümüzden sallıyoruz en güzel örnekleri.
Bu yüzden burada yazılanların gerçekliğine takılma. Genetrix aldı postlarını gitti. Küstü size. Sizin yüzünüzden. Şimdi meydan bize kaldı. Friedchicken ve Capricornette ile birlikte yazmaya devam ediyoruz. Gerçeklik kisvesine inat.
Yazın. Yazabiliyorsanız siz de, açın bi blog. Yok kimse okumasın diyorsanız var onun da ayarları, bir tek siz okursunuz. Ya da sadece ebem okusun diyorsanız o da olur; onu davet edersiniz bir tek o okur. Kusun ya. Biriktirmeyin içinizde. Yetmez mi rahatlama hissi bile sırf yazmaya çalışmak için? Boşalabileceğiniz başka bir opsiyon, mecra, aksiyon, okazyon, civilizasyon yoksa; buyrun gelin, siz de burada boşalın, zira her türlü boşalmak güzeldir.
aknemsi ..
Dışardan belli olmayan, yalnızca dokunduğumda acı veren aknelere benzer bir acı ..
Kimse ne biliyor, ne duyuyor ne de görebiliyor...
Her yeni gün, yeni bir yerlerde beliriyorlar...
Dokunduğumda onlara çok acıyori derin sızılar, beyninizde hissettiklerinizden ...
Sıksan sıkılıp atılmıyor, dokunmasam diyorum, geceleri uykuları bölerken ne mümkün ...
Ergenlik deyip geçebilsem keşke ...
Lanet olsun, çok acıyor!
28 Ekim 2011 Cuma
kroyum, çok param da yok ...
Kafa karıştırdığımı biliyorum ama demek istediğim özetle şu, tüm bu İstanbul'un parlak ışıkları altında bu hızlı yaşama gönül kaydırmamak çokta mümkün değil . Örneğin fırtına tadında üniversite yıllarını hangimiz yaşamadık ki.. Hayatın en rahat olduğu dönemdir hepimiz için, nerde akşam orda sabah, çantanda diş fırçan varsa gerisi kolay zaten. Ama şimdi şimdi (aslında yazı şimdi yazıldığı için şimdi yoksa bir süredir) anlıyorum, tükenen enerji ve duyguların rejenere olamadığını. Ne harcadık be arkadaş, şu an içimde kalan hiçbir şey yok diyebiliyorsam baya dolu dolu geçmiş gençlik çağları.
Olgunluk mu büyümek mi nedir, garip duygular sardı bu ara beni. Annemi haklı çıkarmak istemiyorum ''geçer kızım, gün gelecek bu fikirlerinde değişecek'' söyleminde haklı olamaz. Bir insan için ne kadar zordur değiştiğini kabullenmek bu olumlu yönde olsa bile. Çünkü birinin sana iyi anlamda ''çok değişmişsin'' demesi bile eskiden ne kadar kötü olduğunu sorgulatıyor insana. Şimdi lafı fazla da dağıtmadan konuya döneyim diyorum. Şimdi bu aralar farkettim ki bunu farketmek nedense hiç hoşuma gitmiyor; dışarıda bıraktığım cool hatun imajımın altında hala biraz kro biraz geleneksel biraz da ezik bir iç dünyam var benim. Mesela bunca yılın tecrübesi hala yeni bir adamda acaba hisleriyle mi yoksa penisiyle mi yaklaşıyor diye kolayca anlamama yeterli olmuyor. Ya da ben mütemadiyen güneş batımına şöyle bir kadeh rakı koyup fona da Kibariye koyup bundan ölümüne haz alabiliyorum. Ve güzel bir kadın gördüğümde uzuvlarını kendiminkiyle kıyaslamaktan alamıyorum kendimi mesela...
Uzuv demişken insanın ne istediğini bilmesi kadar güzel bir şey yok bu hayatta. Örneğin bir erkeğin tamamiyle seks istemesi ve bunu açıkça söylemesi ya da bir kadının. Ben bu ara bu tarz hikayeler çok duyuyorum da. Ben dürüstlükten yanayım, klişeciyim. Son dönemde farkettim adamı alıp karşıma tam bir Türk kızı gibi kardeşim ben seninle tabi ki birşeyler yaşarım ama bu benimle hayatının hangi kısmını paylaştığınla ilgili diyorum. Çokta tipik değilim aslında bunu ilk günlerden yapmıyorum, kalıplarıma sığan bir adam olup olmadığını tartıp biçtikten sonra mesela.
Ama kafa sikiyor olabilirim bu geleneksel tutumumla, bizimde hayattan öğrendiklerimiz var herhalde, gazoz ağacında yetişmedik. Biliyoruz erkek kısmısını neyin darladığını, hangi konuşmaların onların beyninde nerelere gittiğini. O yüzden mümkün mertebe kilit cümlelerden uzak durmaya çalışıyorum. E adamların beyin belli, ''simple is da best''. Fazla fonksiyon beklememek lazım zaten tüm ilişkileri bu beklentilerimize kurban vermedik mi?
Bu ara bir koca adam var eksenime dahil olmuş olan, sabahlara kadar konuşup bıdılayıp kafasını sikesim var. Yapamıyorum, kaçar gider biliyorum. Susuyorum, bakıyorum. Neden öyle bakıyorsun diyor. Gülümsüyorum, konuşursam gidersin, bakarsam kalırsın diyorum. Birşey mi söylemek istiyorsun diyor, söyle... Yok diyorum, birşey yok, sana senin için ne hissettiğimi söylesem korkar kaçarsın diyerek içimden ...
Koca adam, gel buraya!
27 Ekim 2011 Perşembe
Buralara kış geldi..
Kimi insan büzüşüo, kimisi de düzüşüo..
İkiside doğal tepki, yadırgamıyoruz!!
Yuh be birader.
Hakikaten lan.
Ne ağlayacağım?
Ahuahauhaa.
Mal.
26 Ekim 2011 Çarşamba
9 crimes
24 Ekim 2011 Pazartesi
Benim annem hiç ölmedi
yokluğuna hiç uyanmadım annemin, sen ya da bir başkası gibi.
anlayamam da seni, tırnaklarımı geçirmedim duvarlara
kaderi kanatır gibi..
Benim annem ölmedi ya ben senden daha güçlüyümdür belki,
Belki gülümsemek için daha çok sebebim,uyumak için daha çok huzurum vardır.
Bir şeyleri dozunda bırakmak için nedenim, başarımı ispatlamak için birilerim ..
ben senden daha güçlüyümdür belki, belkide değilim kimbilir..
Bildiğim gerçekler vardır belki, belki seninde bildiğin kimbilir..
senden küçük çirkin ellerim var benim, ellerini sarabileceğim,
biraz huzur bulman için uyuyana kadar saçını okşayabileceğim
Ve sana gülümseyecek haklı nedenlerim var benim, belki birgün anlayıp belki hiç bilmeyeceğin..
Başarını başarım saymak için sabırsızlıkla beklediğim günler var birde.
Farkındalığım var dozunda bırakabilmen için, dozunda bırakmam gerekliliğinin..
Tüm bunlar bir tarafa bebek,
benim gerçekten umudum var, umrunda olmasını beklediğim ..
19 Ekim 2011 Çarşamba
cat person - dog person - catdog
erkek yanında bir kadın olmasa da kedi ile yaşayabilir.
kadın yanında bir erkek olursa köpeğe daha keyifle bakabilir.
Anlık kararlar, düşünülmeden atılmış adımlar, pişmanlıklar, aşklar, sevgiler, zevkler hepsi de bizim için; bir itirazımız yok ama, neden hep en kötüyü seçmek zorundaymışçasına heyecan peşinde yanlış sonuçlara ulaşıyoruz?
Acı çekmenin tadından da vazgeçemiyoruz, mutluluğun tadından vazgeçebildiğimiz kadar kolay...
Yarım aklıma sıçayım ben.
Kalbim kanıyor.
12 Ekim 2011 Çarşamba
ALDAT - ıl - MAK
Bir erkeği ilk aldatma kafasını nerede ve nasıl yaşadık?
Benim tarih öncesi zamandan beri sevgililerim olur. Olmuştur. Hep olacaktır. Kendimi bildim bileli sevgilim var diyemem; kendini bilmezin tekiyim zira; ama hep sevgililerim olur. Kendimi bilmeyi bekleseydim, çoktan kırklarında eve kedi köpek it enik ne varsa doldurmuş bakire kız kurularından olurdum.
Aile haricinde bir canlıyla iletişime girdiğim o ilk günden beri aşka yabış yabış yaşarım. İlkokuldan beridir de erkek arkadaş mefhumuna vakıfım. Ancak, tüm imkan ve şeraitlerde dahi, aldatıldım.
Aldatmanın ne olduğunu, nasıl bir hissiyat olduğunu filan o zamanlar, o mini mini bebe yaşlarda öğrendim. Aldatıldıkça acı çektim. Sahiplenmenin ve sahiplenilmenin yalanlığı ve karşı tarafın yılanlığı gözümde devleşti ve kendimi toplamakta çok büyük güçlük çektim. "Canım dedim canın çıksın dediler" gibi de değil. "Seni seviyorum ama"lar ; "Sensiz yaşayamam ama"lar; "Ama beni bırakma"lar; "Tamam söz yabmıcam bidaaa!"lar.... duyup duyup inanıp, yeniden oynayıp, yine yenildim, yine kırıldı kenarı yapıştırdığım kalbimin. Her seferinde aynı yerden kırıldı, artık yapıştırıcı filan da tutmaz oldu. Ben de uğraşmadım daha fazla; kırık bıraktım orasını.
Aldatılmanın bana yaşattığı tarifi imkansız kalp krizlerini atlatamadığımı anladığımda henüz çok erkendi. İntikam, merak, acı dindirme umudu gibi acınası sebeplerimle "ben de yapıcam ulan!" nidalarıyla çıktım sokağa. Aldattım. Rahatladım mı? Kısmen. Çok dürüstüm şu an. Cidden rahatlama hissettim. Harbi rahatladım lan. Garip bi rahatlama, ilginç bi huzur çöktü ruhuma.
Bu rahatlamayı intiğin am peşindesi izledi ve söyledim. Aldım karşıma söyledim. Yok lan, karşıma filan almadım; direk telefonda söyledim. Ne alıcam karşıma.
Bir de derler ki "beni karşına alıp soyleyemedin mi?" "O kadarına bile mi değmezdik?"
Güzel abicim, aldatmışım lan seni ben. Niye karşıma alıp da konuşmaya değer olasın? Olaydın aldatmazdık. Aldatmasaydın, aldatmazdım. Söyleyip, ayrılmazdım.
Kontratak aldatmanın verdiği garip hazzı ve aldatılmış olmanın acısını ne kadar azalttıgı ve ayrılıgı ne kadar kolaylastırdıgını gorunce bunu beni her aldatan sevgilime - ki bu her sevgilim olur - uyguladım.
Sonra bu yerleşti. Hayatta olmazsa olmazım oldu. Bana yapmayanı da - ya da şöyle diyelim daha doğru olur - yaptıgını yapmadıgını bilmedigimi de aldatır oldum. İstisnasız her erkek arkadaşımı aldattım ben.
Hala da aldatıyorum.
Bir ömür de aldatacağım.
Uğurlarında ölüp ölüp dirildiğimi, aşkımdan Leyla - Aslı ya da Şirin'den herhangi bir farkımın kalmadığını sanan canım sevgililerim herhangi bir gününde ilişkimizin akşam evlerinde rahat, mutlu, huzurlu uyurlarken ben bir başkasının koynunda olacağım. Merak etmesinler, müsterih olsunlar. Ya orada uyumam, ya boşalamam, ya sabah işe geç kalırım, ya bir bokluk kesin olur, bir cenabet iş işte benimkisi. İşin garibi artık pişmanlık veya vicdan da devreye girmiyor. Bunlar default özelliklerden kaldırılabiliyormuş, bunu öğrendim. Çok da güzel oldu.
ACI AŞKIN PEZEVENGİDİR
Nerden mi biliyorum?
...
Çünkü aşk aldım, aşk sattım ...
Ucuza gittim, ucuza kapattım ...
Bazen peşin, bazen vadeli ...
Zaten derdimizde aynı değil mi,
Mesela, aşkla sevişmek benimki ...
11 Ekim 2011 Salı
Dün ve Gün ve Ondan Öncekiler
7 Ekim 2011 Cuma
Kelin merhemi olsa...
Erkek bu.
Ske sürücek kadar aklı olmayan mahlukat.
Her boka skini sürtecek kadar da hormon oriented yaşam formu.
5 Ekim 2011 Çarşamba
S.A.Ç.M.A.L.I.K.
Birbirlerini iki gün önce deliler gibi seven iki insan; ayrılık konuşmasına müteakip nefret dolar.
O nefret sınırı gittikçe aşar.
Bir bakmışsın uğrunda öleceğin adamı öldüresin geliyor, hınçla doluyorsun.
Ne saçma lan.
28 Eylül 2011 Çarşamba
Her şeye etki ediyor bu psikoloji dedikleri. Vicdan ya da duygusal zeka belki de.
Saçmaladım yine.
Bu ara bir garibim. Havalardan.
Hayırlı sevişmeler dilerim.
22 Eylül 2011 Perşembe
Orrayt.
+Hiç umrumda değil sevgilin, ilişkin.. Canım yazmak istiyorsa sallamam gerisini; yazarım, artık o düşünceli halleri geride bırakalı çok oldu.
---------- bir süre sonra ----------
-Bana yazmaz arkadaş arkadaş takılmayı başarabilirsen sağlık problemlerin için her türlü desteği olurum. Çok iyi bir arkadaş ve hasta moral destek elemanıyımdır.
+Garanti veremem. Söz veremem. Pazarlık yok. Istemiyorsan görüşmeyiz.
-Orrayt.
Geç bile kalınmış bir "orrayt" idi. Tek kelime. Kafi.
20 Eylül 2011 Salı
Mitokondri - kimi zaman hiç olmamasını diledigimiz organel.
çocuk filan diyorum.
19 Eylül 2011 Pazartesi
Uyku
11 Haziran 2011 Cumartesi
11 Nisan 2011 Pazartesi
ilk kadeh kalbimi kırmayı deneyen erkeklere, diğeri de bunu gerçekten başarana gelsin
I wish nothing but the best for you, too,
Don't forget me, I beg,
I remember you said,
"Sometimes it lasts in love,
But sometimes it hurts instead,"
'yok anlamayan benim lütfen
aramızda başka bişeyler varmış gibi davranmana gerek yoktu seninle beraber olmak istiyodum olurdum zaten
ayrıca fazla güzel gidiyodu öyle bişeyin bana olmayacağını bilecek kadar tecrübem var
1 ocak 2011 hayatımın en güzel günü, bi daha kim olur da yine yanında uyanmak isterim bi daha ohoo zor iş
ve garipti ne biliyim ilk defa elimi tuttuğunda filan sanki yıllardır tutuyomuşsun gibi gelmişti
kimseyle dans etmemiştim
ya da kimse bana çiçek almamıştı
saçımı okşayıp kafamdan da öpmemişti
ama bu dakkadan sonra
seni istesem de deli gibi
yattığım erkeklerle arkadaş olmak gibi veya arkadaşlarımla yatmak gibi adetlerim olmadığından
sana hayatta başarılar dilerim'
keşke öyle davranmasaydı. bir erkekle aramda 2 metrelik yatağın haricinde, 2 aydan daha fazla sürecek başka bişeler olabilirmiş gibi sanrılara kapılmazdım bende. en nefret ettiğim kız ilişki istiyo oğlan kaçıyo liseli hallerine düşmüş bulmazdım kendimi, ve bu sebeple ondan çok kendime kızmazdım. düşünüyorum da sevilmeyen biriyim belkide. seks yaptıktan sonra bi daha gördüğünüzde kanın beyninize gitmediği biri de olabilirim. sıkıcı da olabilirim. fazla erkek beyinli de olabilirim, ve bu sizi korkutuyo da olabilir. ama ben buyum. yersiniz yemezsiniz sizin tercihiniz. erkeksiz acımdan ölecek değilim.
bocalayan sizsiniz. ben de herşey net. ve sizin gibi karıştırmıyorum hiç bişeyi birbirine, kavram kargaşası yaşamıyorum kendi içimde. bana benim olgunluğumda biri lazım. benimle ilişkilerinizi benimle acaba sevgili olup da mı yatıyım gibi hesaplarla değerlendiriceksiniz zaten hızla uzaklaşın. büyüyün de gelin. yalan söylemeyin kimseye. bizi asıl kızdıran bu. her zaman söylediğinizin yarısı kadar adam olmayın. dünyadaki 3 milyar erkekten biri olduğunuzu unutmayın. ama yine de iyiki varsınız, çünkü benimle her kavga ettiğinizde kendime olan güvenimi ikiye katlıyosunuz. ve her kalbimi kırdığınızda ben kendimi daha fazla seviyorum.
hayatına devam et dedi bana. ettim. balkan ülkelerinden gelen, seks tanrısı gibi bi adamla müthiş bi gece geçirerek hemde :)
tanrım erkeği yarattın da nerelere koydun?
22 Şubat 2011 Salı
gece
kollarını haç gibi açmış
kurtarıcısı gibi bazılarının
uzanırken aramızda
bir gündoğumu anında bir olduk
kısaldı artık gündoğumları
geceler uzun artık yanında
kafamı göğsüne koyduğumda
geceler uzun
geceler gündüz gibi yanında
aydan daha parlak
uzanırken yanında
nefes nefese ve aydan daha
aydınlık odan
bedenler çığlık çığlığa
duvar dibindeki yatakta
geceden korkup yanına gelmiş
çoçuğun gibiydim yanında
bana öğreteceklerin vardı
ateşten parçalardık birbirimizi körükleyen
şanslıydık ki geceler uzundu
birbirimizin loşluğunda gülümseyen
bedenler küçücüktü
altındaki arzunun derinliğinde
köklerini salıyordun diplerime
gece sayemizde doluyordu
gecelere geçmiş, gelecek
ve şimdi sığıyordu
zevk olup akıyordu gece
ellerin yüzümdeydi
yaşananları siliyordu
ellerin
yaşanmamışları koyuyorlardı
yerlerine
ancak duvar bitirebiliyordu geceyi
gündoğumu kısaydı
söküp alamazdı
çivilendiği dudaklardan
sana sarılıp kaçıyordum duvardan
yumuşaklığıyla çelişiyordu koynunun
sertliğine duvar da dayanamazdı
eriyordum
gece konuşuyordu bizimle
bir sevişmenden bahsettin
ha duvar ha o kadın dedin
bana da duvar derlerdi
sanırlardıki içim
tuğla ve beton
çöl gibi içim
kum dolu
ben görüyorum ama gözlerinde dedin
sana bakıyordum
utandım ben o gece yanında
daha önce seviştiğim için
ve sevişmediğim için çok
basıp gidecek gücü bulmak sanıyordum aşk
meğer kalabilmekmiş biriyle
ve gündoğumu
-seninle uyanmak neden bu kadar güzel
-seninle uyanmak da o kadar güzel olduğu için
15 Şubat 2011 Salı
benim hiç 14 şubatım olmadı
yaptığım istatistiklere göre, 2007-2010 yılları arasında (bu yıllar da dahil) her yıl bir öncekinden daha kötü bi sevgililer günü geçirdim. pink' in 'please don't leave me' isimli insanı duygusal hezeyanlara sürükleyen şarkısıyla tanışmam da bi 14 şubat günü olmuştur. sevgiliniz yurtdışında yaşarken bir 14 şubat öncesi sizinle boktan bi sebepten kavgalı olması, zaten uzakta olmanızdan dolayı ruhunuzda varolan deliği iyice büyütmesine, bir sene sonrakinde de alla alla neden aramadı acep diye düşünürken, sebebin kız arkadaşıyla beraber olması olduğunu öğrenmeniz için ise bir buçuk sene geçmesi gerekmektedir.
geçen sene ise ilk yattığınız erkekle 7 ay sonra tekrar beraber olmanızın ve o sevgili olmama konuşmasını yaptığınız günün üzerinden bi kaç gün geçmiştir takvimler 14 şubatı gösterdiğinde. insan ilk yattığı erkekle sevgili olmalı, sevgililer gününü kutlamalı. herkes bu kadarını hakediyor. o kişi de ilk yattığı erkeğin o olduğunu bilmeyi hakediyor. ben bu konuda gördüğünüz gibi her türlü sıçmış durumdayım. o vapur kaçtı artık.
bu sene yine sevgililer gününü kutlamadım. ama bu sene kutlayamadım. sürekli kendi sahasında sizi farklı skorla yenen takımdan bir puan almak gibiydi bu sene. sanki şampiyonluğu kazanmış havası vardı yani. bütün gün sapık sapık mesajlaşıp sonrasında, sevgililer gününün son dakikalarını uzun uzun telefonda birbirinize bugünü ayrı geçirmenin acısını nasıl çıkaracağınızı anlattık. bir erkeğin gülüşünü seviyorsanız durumunuz fenadır, 14 şubat, 30 ağustos efendime söyliyim 21 ekim filan farketmez. bana da farketmedi emin olun. doğumgünümü kutladığında nice senelere beraber tabi demişti, ben de sen yoksan istemiyorum zaten demiştim. hissiyatım değişmedi. sen yoksan istemiyorum.
10 Şubat 2011 Perşembe
Teşekkür
Seks ve aşk asla seni bırakmasın.
Sevgiler,
Genetrix. =)
25 Ocak 2011 Salı
bir gün seni aradım. sen de güldün. olan oydu.
bazen başka biri olursun bir insanın yanında
seninle başka biri olmak zorunda değilim
en adi formumda benim
ve sana anlatmak istiyorum kendimi
sen uyurken yüzünü okşamak
ve sana fısıldamak
aslında nasıl biri olduğumu
ne kadar çok hata yaptığımı
ne kadar çok yalan söylediğimi
kırılmaktan kalbimin kalmadığını
bütün gürültümde
sessizlik bul istiyorum
beni bana rağmen sev istiyorum
en büyük ortak noktamız bu olsun
bütün tüfeklerimi su tabancalarına dönüştür
kuşatmalardan vazgeçir
birbirimize teslim olalım
sana teslim olayım
ve bu sefer değişik olsun
koşulsuz olsun
13 Ocak 2011 Perşembe
11 Ocak 2011 Salı
25. doğumgünüm
* çünkü insan bir kere 25. doğumgününü kutlar
* bütün arkadaşları manyak ve alkoliktir, bu gece bunun canlı kanıtıdır.
* herkesin daha sonra diğerlerine anlatıcak bi bombası vardır.
* en yakın arkadaşı (genetrix) çok afedersiniz ama piçin tekidir (bana ayarlamaya bi arkadaşını getirir)
* iti taa yurtdışından gelmiş ve aramızdadır
* beyaz elbisem, dore ayakkabılarım, kırmızı oje-ruj ikilemem ve kürkümle ahu tuğba yanımda halt etmiştir.
* şişede durduğu gibi durmamaktadır, bu gece bunun vücut bulmuş halidir.
* abimi bir ömür şantaj etmeye yetecek kadar materyal (resim olsun, görgü tanığı olsun) elde edilmiştir.
* sonra o gelir.
* sonra o gidemez. (kucağına oturursam herkesin içinde tabi gidemez)
* sonra genetrix' in yanındakilere rağmen geceyi başkasıyla bir otelde geçiririm.
* hayatımda ilk defa bir geceyi bir erkekle sadece ona sarılarak geçiririm. ve bundan daha güzel bir doğumgünü hediyesi henüz icat edilmemiştir amınıke. (of nerden çıktı bu şimdi bilememekteyim)
* o gece yanımda olan herkes iyiki vardır.
kutlamanın ardından pazar sabahı bir otelden çıktım. yanımda o. üzerimde kürk ve beyaz elbise. mesaim bitmiş dönüyorum havası. herkes bana bakıyor. umrumda diil. bilmiyorlarkı aslında nasıl romantik bi gece geçirdiğimi. ben onlara daha ters bakıyorum. 25 kat daha mutluyum.
ne onu ne de o geceyi 25 yıla değişmem. başta annem ve babam olmak üzere herkese 25 kere teşekkürler.
24 Aralık 2010 Cuma
beyaz elbise sorunsalı
geçen hafta pazar günü türkiyeye geldiğini bize bir sürprizle söylemeyi tercih eden iti'yle beraberdik. annesi bizi kahvaltıya çağırdı, iti de yok zati neden geldik, keşke o da olaydı ühüü derken, geldik ya niye üzülüyosunuz diyip çıktı karı karşımıza. ulan ilerde tansiyon hastası olursam yeminnen sebebi bu iti. aylardır aldığım en güzel haber bu galiba. yarın akşam doğumgünümde aramızda olması gerçekten de süper!
kutlamalar başlasın!
6 Aralık 2010 Pazartesi
sosyal paylaşım ağı ve ruh sağlımız üzerinde etkileri
hayır hakkaten depresyona sokuyor adamı, çünkü biz kadın milleti açıyoruz bütün eski defterleri facebooka girince. severiz dramayı bir, meraklıyız iki. bi de kıyaslama huyumuz var. eski sevgililerle ilgili uygun bulduğu ceza damnatia memoria (eski roma' da vatanhainlerine verilen ceza şekli. o kişiyle ilgili bütün kayıtların silinmesi, bir nevi tarihten silinmesi manasına gelir) olan ben bile bazen takılırım böyle. kadınlar için devam etmek çok zor gerçekten. unutmak zor, hayalgücü geniş, böyle besleniyo demekki. gerçi iddalıyım, insanlar genelde benim facebooku görüp depresyona girer, hesabını kapatır gider o kadar da götüm kalkık :D depresyona girmeyin ya, açın yeni bi sekme hem google da hem de kafanız rahat.
bi de burası var tabi. bakıyorum blog kültürünü anlamaya çalışıyorum filan, köpekleriyle, aileleriyle ilgili blog yazanlar, hamilelikleriyle ilgili günlük tutanlar, minnoş yazılar, resimler. bizse genetrixle normalde böyle gayet am çük kafa kadınlarken bu bıloğu bi açıyoruz arkadaş, bir ağdalı konular, bi modern yalnızlık, bi gönül mevzuları içsel kırılganlıklar. internet olayı mı direk depresyon yapıyo yoksa bende? karar verdim bundan sonra siyasetle ilgili bılog yazacağım, gerçi o da pek iç açıcı bi konu değil. ya da bi hobi edineyim onunla ilgili bılog yazayım. yeterki moralimi bozmasın bu internet. çünkü interneti olmayan bi capricornette' in hayat damarlarından biri kopmuş demektir. net.
15 Kasım 2010 Pazartesi
bi küçük update
8 Kasım 2010 Pazartesi
monica molina, french maid dress, amerika ve ilk yattığım erkekle ilgili bir veda yazısı
-my mistake
(Coupling isimli mükemmel sit-com dan bir alıntı)
bu yazı biraz geç geldi aslına bakarsanız. nedeni ise benim bunu yazarken ağlamayacak konuma gelmemin biraz vakit almasıdır. daha sonra da yazının içeriğini değiştiren olaylar cereyan etmiştir, son hali aşağıdaki gibidir:
ilk blogumda bu blogoun 'eternal recurrence of the same events' yani türkçesi 'tarih tekerrürden ibarettir' diyebileceğimiz düsturla ilgili olacağını söylemiştim. yani bu şu demek oluyor: aynı erkekle ilgili ikinci kez göte gelme ihtimaliniz çok yüksek. bazı insanların bir arada olmamaları gerekir sadece, beraber birşeyler paylaşmayı bırakın, aynı şehirde veya aynı ülkede nefes almalarına bile karşıdır cosmos. hayatının bu evresinde amerikaya gitmeni odamın tavanına bakarak yukardakiyle konuşuyorum edasıyla kendi kendime çözmeye çalışırken, başka bi açıklama bulamadım.
monica molina' nın yıllardır aradığım bi şarkısı vardı. abla ispanyolca söylüyo tabi anlamıyorum ne dediğini, sadece ezgisi vardı aklımda ve bir laf şarkıdan: 'destino' diyo bi yerinde. kader. kötü bişeler olduğunda suçladığımız kurum ve kuruluş. sonra bu şarkıyı buldum bi yerlerde. sözlerine baktım, ispanyolcadan ingilizceye tercüme ettirerek. meğer şöyle diyormuş senyora: que sin ti soy como el aire. sensiz hava gibiyim. ve öyleyim hakkaten de. bana gideceğini söylediğin günden beri böyle hissediyorum ve hayatın rutin akışı içerisinde yaptığım en sıradan aktiviteler bile o kadar eziyet geliyor ki anlatamam. seninle bir daha görüşmek istemediğimi söyledim sana çünkü ne farkederdi. bir kere daha sevişmemiz. ya da bir kere daha görüşüp görüşmememiz. gidiyor olman bütün seçeneklerin üzerini çiziyordu. bozum bozum oldum gideceğini söylediğinde, çünkü senin yine gitmen, benim yine kalmam, bana bunu ikinci kez yapıyor olman, benimkinin aksine senin hayatında süper bişe oluyo olması, bu sefer hakkaten orada beni düşünüp beni arayıp sormayacak olma ihtimalinin yüksekliği, iti'nin de aynı dönemde gitmiş olması, hepsi sinek gibi kafamda üşüştü. teşhis: ayaklı depresyon tabi ne olabilir. ki bunların hiçbirinden senin haberin yok. gideceğini söylediğin gün itibariyle seni aramayı filan bıraktım. dediğim gibi ne farkeder diye düşündüm. değiştiremeyeceğim şeylerle ilgili ısrar etmenin anlamı yoktu. varsın tarihime genetrix'in evinin önünde durup seninle beraber oraya gelişimizi hatırlayıp tam ağlayacakken kendimi tuttuğum ve genetrix'in kapıyı açıp 'moralin bozuk diye sana frambuazlı kek yaptım kanka' dediği anla geçsindi bu olay. genetrix olmasa ne yapardım hakkaten bilmiyorum.
sonra itiyle konuştum. seni aramadığımı söylemişsin ona. neden aramadın dedi. biliyosun dedim neden olduğunu. üzdüğü için beni iti neden olabilir başka. sen bilirsin ama gitmek üzeredir bu aralar dedi. o an bütün bu hissiyata rağmen seni sadece seks için aradığımın farkına ve yakında gidecek olduğunun farkına vardım. bundan sonra da yatmıycak olduğumuz için seni aramamın bi anlamı yok, zaten bir yatak arkadaşıyla bu kadar görüşülmez dedim sana da telefonda. ne demek görüşmemek dedin. evet biliyorum sanki öyle bişe olabilirmiş gibi. bana göre değil dedim vedalar. sana veda edersem parçalanacağımı bildiğimden. ama en ironiği telefonu 'oo aklınıza geldim mi sonunda hanfendi' diye açman oldu. aklımdan çıkıyomuşsun gibi. depresif geçen bir aydan sonra o gece iyi geldi seninle konuşmak. seninle konuşmak her zaman iyi gelmiştir.
hayır sana aşık değilim. sana aşık olsam nefret edebilirdim senden. sen beni sevmediğin için. aşk iki kişiliktir ayrıca, karşılıklıdır. ben ise sana senin bana davrandığın gibi davranabildim hep. ama iyiki kalmışız beraber, ve iyiki sarılıp uyumuşuz. böyle hatırlamak istiyorum seni ve beni. ilk yattığım erkek olmanla hiç de ilgisi yok bunların, ben bekaretini kendisiyle kaybetmiş bi insanım. ama sana bir anda bu kadar güvenmemle, bu kadar hayatımda tutmamla, bir buçuk senedir hala seni istememle, 'beklemiyorum desemde, iyiki beklemiyorum amk beklesem nolucaktı acaba' diye düşünmemle ilgili. bütün gece hastasın diye seni izlememle, senin yanında hiç bişeyin karmakarışık olmamasıyla, bütün seslerin susmasıyla ilgili. ve senin bana 'senden duygusal bişe beklemediğimden...' tümleciyle başlayan bir cümle kurman, sanki ben resim çerçevesi veya tel zımbaymışım da sevemez mişim gibi benden bu hakkı almanla ilgili. bir tek yatakta birbirimize sahip olmamızla, son görüşmemizde üzerimde french maid dressle kapıyı açmam, ve anal seksin acı verici bir tecrübe olduğunu da yine ilk defa seninle öğrenmemle ilgili. aramızda yaşananlar özetle bunlar. ablanın düğünündeki fotoğrafçının 4 kişi fotoğraf çektirdikten sonra, ikimize sizin bi fotoğrafınızı çekebilir miyim derken, fotoğrafçı bile aramızdaki sinerjiyi hissederken senin hiç anlamamana ise sadece yazık diyebiliyorum.
kollarında son kere yatarken beni o ana getiren herkesin hayatımda oluşuna şükrettim. sen de sarılıp kafama öpücük kondurarak alt tarafı bi sene yokum diyerek veda ettin bana. bu aralar gerçekten aşırı ironiktin. ve sen batına gittin artık ben de doğuma. ben bu şehre taparım, ama bu şehir bile 2000 yıllık tarihine rağmen, 300 yıllık amerikayla yarışamaz. keza ben de. hayatımda iki kere gözümde lenslerimi çıkarmadan yattım. biri sen ben ve iti 2009 mayısında buluştuğumuz gün, diğeri son kez seviştiğimiz günün gecesi. sanırım döngü kendini tamamladı. söz ağlamayacağım.
17 Ekim 2010 Pazar
kadınerkek olmak
28 Eylül 2010 Salı
uykusuz gecelerin yegane sebebi
bir gece kız aslında cevap beklemediği bir soru sorar:
-uyuyabiliyo musun geceleri?
cevap gelir:
-çok sert geldi bu
tarzlar belirlenir:
-en sevdiğimden
-bu daha sertti
tanım yapılır:
-sen beni duvara yaslayıp arkadan yapmadıkça sert sayılmaz.
dönülmeze girilir.
sıkıntı kaplar gecenin bir yarısında birbirini çeken bedenleri. konuşuluyordur ama söylenen tek şey vardır. nerde olacak, yarın olacak o kesin de, nerde çıplak kalabiliriz başbaşa, nerde alabilirsin beni içine. şanslılardır: kızın en yakın arkadaşı mükemmel bir insandır. şu köşede, saati şu anlaşılır, lojistik sorunlar çözülür, gündelik konuşmalara mı geçiliyor nedir, kızın ıslaklığı ve oğlanın ereksiyonu tam sakinleşiyorkan, oğlan keşke şimdi gelsen der. kız o an gelmek ister. yerlerinde duramazlar. hop en başa dönülür.
aradan çok zaman geçmiştir dilleri diğerinin vücudunda gezmeyeli. gülle gibi düşmüşlerdir yine akıllarına. kızın edepsizliğini, rahatlığını, kendine müthiş güvenini sever oğlan. oğlanın sertliğini, sessizliğini sever kız. bir tek yatakta sahip olabilirler birbirlerine. birbirlerine herşey için izin verirler. pornografiktir olay. burundan aşağısını hissetmeyecek kadar yorarlar birbirlerini. kalkamazlar bir müddet. ikisi de hem karşı tarafın ona yaptıklarına, hem de karşı tarafa yaptıklarından mutlu ve galiptir.
-II-
-yarın akşam benimle ...........oteli'nde kalır mısın?
-.................*yırtıcı bir sessizlik*
sorunun anlamını bilen ve evet diye bağıran sessizlik.
otelde kalamazlar. kızın mükemmel arkadaşının evine giderler yine. üstüne alır oğlan kızı. birbirlerini doldurup boşaltırlar yine. geceyi sabaha karıştırırlar, geceye sığamazlar. sessizdirler, fısıldayarak inlerler.burda yokken hiç beni düşünüp kendine dokundun mu diye sorar kız. düşündüm de bişe yapamadım der oğlan. uyuyamamıştır geceleri. bir tur daha dönerler. oğlan hasta oldu diye kız onu izler bütün gece. yorgundur da uyku tutmaz. sarılsalar da kız yatakta bırakır gider. yine.
ordan dostlara bağlanır kız, bir sürü güzel insanla, güzel bir haftasonu geçirir.
aynı yatakta yalnız uyanır daha sonra. koyar bu sefer. anlarki hep o sabahki gibi uyanmak ister.