29 Eylül 2012 Cumartesi

aşkım hani, sen beni bıraktın ya, tamam ben ayrılmış olabilirim senden ama sen beni bıraktın ya hani, ben o gün bugundur ileri derecede hani o hep eleştirdiğim için artık görüşmediğim bir arkadaşım vardı ya hani işte heh aynı onun gibi oldum bir kezban da diyebilir kimileri buna, hakkımda hayırlısı. bir kere tüm kaynaklarımı kısıtladım ya hani, ilgisizlikten ölüyorum bu beni mutsuz ediyor ve bu mutsuzluk surekli negatif enerji yayıp her seyi eleştirmekte can buluyor. herkes benden uzaklasıyor bu durumda. hiç bir erkek kalmadı cevremde. olanları da kaçırıyorum. o kadar tatminsizim ki o kadar olur. oldum mu en korktugum sey simdi; oldum mu ben de bir kezban? azına sıcayım senin. hep senin yuzunden.

23 Eylül 2012 Pazar

Selam, kimse yok mu?

Selam, kimse yok mu?
Ben kadın.
Yalnız kadın.

Geri döndüm.
Önce, bi umut, belki bu sefer diye diye sana geri döndüm.
Olmadı.
Sonra, sensizliğe ve uzun süredir hayatımdan çıkartmış olduğum cinselliğe.
Olmadı.
Şimdi, evinde yalnızlıktan her Pazar akşamı ağlayan bir kadına dönüştüm.
Hayatta hiç büyük konuşmamak gerekirmiş.
Kendini de bir halt sanmamak, egoya yenilmemek gerekirmiş.

Yaşlanıyorum ben.
Büyüyorum en sonunda.

Özlemiyor muyum sanıyorsun, seninle mi kalacağız, yoksa sürüne sürüne evime mi gideceğim sorusunun tek derdim olduğu günlerimizi?
Elbette özlüyorum. Her şeyinle seni özlüyorum. Günüm, gecemdin.

Ama başka da mesela; lisedeki aşkımı özlüyorum. Sağlığını ve dolayısıyla her şeyini kaybetti o. Bugün bir film izledim, onun önerdiği. Sonra, ağladım saatlerce. Yapayalnız.

En uzun yıllar boyunca sevgilim olan ve beni aslında şuncacık hayatımda tek kaldırabilen adamı da özlüyorum. Yüzüğü buldum bana aldığı ve bir tekini de kendisinin taktığı. Öyle özlüyorum ki; yüzüğü işaret parmağıma taktım. Eskiden mesela sağ elimin yüzük parmağına takardım.

Sonra, aslında seninle bu hallere gelmemize sebep olan en önemli faktorlerden birini özledim. Asla ulaşamadığım o tatlı dilli kadın düşkünü adamı. Egomu şu hayatta ilk kez yerle yeksan eden adamı. Ben çılgıncasına aşık olmuşken ona, beni istemeyen adamı. Öyle benimle bir ay falan düşüp kalkan, benim hayatta ilk kez kıskandığım adamı.

Ve mesela o ilk aşkımı. Asla birbirimizle zamanlamalarımızın tutmadığı. Hep birbirimizi takip etmek ya da kovalamak zorunda kaldığımız zamanları. Ve askerliğini. Keşke gitmeseydi dediğim o iğrenç zaman dilimi. Yok o zaman dilimini özlemiyorum, meraklanma.

Hem ben o öncelikle en yakın arkadaşlarımdan biri haline gelen o hayatta tanıdıgım en karakterli insanlardan biri olan ama her sarhoşluğumuzda çılgın gibi seviştiğim adamı da çok özlüyorum.

Hepsinden bugün bahsettik.

Hepinizi andım. Kulaklarınızı ve penis boylarınızı çınlattım.

Ya, sevgilim, son sevgilim, ömrümü adamak istediğim. Seni düşünmem değildi seni özel yapan. Bugün anladım ki; sığırmışsın sen de.

Geçenlerde bir CV yapmışım ki, akıllara zarar. Bir de cover letter yazdım ki, uf! Görünce onu bana bir test yollamışlar. Testi de yaptım, 36 saat aldı yapması. Zaten 48 saat müsaade etmişlerdi, ben hemen yolladım erkenden.

Şaka maka, sen ne yapacaksın şimdi bensiz?

Ben mesela hob, olsun diye her Pazar akşamı evde yalnız başıma ağlıyorum. Hıçkırıklarım duvarlara çarpıyor. Sonra sekip bir de bana çarpıyor.

Misal iki kişiyle tanıştırdılar beni. Biri kinkong biri de gırtlaktan şiveli konuşuyor. Biliyorsun ben senin gibi bir salon erkeğine çok alıştım yıllardır. Normal yurdum insanı bana olmuyor, sakil duruyor. Görüşmedim bir daha onlarla. Hem zaten ben çok mutsuz bi kadınım sayende; etrafa negatif enerji saçıyorum sürekli. Tanıştığım insanlar da beni istemiyorlar.

Kim ne yapsın mendeburun tekini.

Ne diyordum, dalmışım... Sevgilim, sana sevgilim demeyeli ne çok olmuş. Özlemişim. İçimden taşa taşa sevgilim demenin keyfini özlemişim. Peki de bu yalnızlığı ne yapacağız?

Geçer mi, ne dersin?

29 Ağustos 2012 Çarşamba

total eclipse of the heart' dan your girl is lovely Hubbell' a

Acaba bir senedir evli bi adamla yatıp kalkıyorum diye mi aşık olduğum erkek başkasıyla evleniyor?

bu giriş cümlesinden sonra bir şey yazmaya gerek var mı emin olamadım. ama belki olanlar bir senedir yediğim her haltın bir sonucudur ve belki evrenin garip bir intikam seviciliği vardır, ve ne eksek onu biçiyoruzdur. şahsen ben ne ektiysem bana girdi biraz.

1 ocak sabahıydı. onun şehrindeydim yılbaşında sabah artık bana gaz odası gibi gelen otel odalarının birinde uyanmıştım. aşırı akşamdan kalmaydım, kahvaltı için buluşma saatini beklerken bonnie tyler total eclipse of the heart çalmaya başladı kafamda. yatakta açtım dinledim. sonra o akşam onunla beraber olacağımız geldi aklıma. neden bu hüzüntülü şarkıyı dinliyorum diye düşündüm bi anlamı yoktu. üstüste güzel iki gece geçirecektim, ne alakaydı. sonra anlamlanacağını bilmeden.

ve evet aynı yatakta ilk defa seviştik o gece. tek stediğim 15 gün kalacağım ve iş sebebiyle sık sık geleceğim bi şehirde biriyle beraber olmaktı. yine olmayacak bi adamla seviştiğimi belirtmeye gerek yok sanıyorum. ama o 1 ocak gecesi bir şey oldu. nooldu nasıl oldu bilmiyorum. hiç sevişirken birine aşık olmamıştım. bu ne ya dedi. bu nasıl bi ten uyumu. o ana kadar ten uyumu diye bi kavram yoktu literatürümde. sanki yıllardır sevişiyomuşuz gibi, sanki hep berabermişiz gibi. aylardır hiç bir hissiyatta bezi olmayan bünyem bunu kabul edemedi tabi. kendi eşşekliklerimin farkındayım ve kalbini kırdığımı da biliyorum. eşşekliklerime gerek olmadan da zaten birbirimize güvenip bel bağlamazdık muhtemelen. ama bunlar oldu ve ne hissettiysek hissettik işte.

15 günün ardından ben şehrime dönerken havaalanında tek bir şarkı dinliyordum, the way we were. your girl is hubbell denen filmin müziği yani. yine daha sonra anlamlanacağını bilmiyerek. döndüm. o da döndü. alışkın olduğumuz ve tanımadığımız yeni bedenlere.

temmuz ayında bir gün onun şehrindeydim yine bu sefer tatil için. elimde koca valizim, yüzümde seni göreceğim için koca bir gülümseme, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü. yolculuğumun kaçıncı saatiydi hatırlamıyorum. beni alması için, onu görmek için yanına giderken, bana nişanlısıysa mobilya seçtiğini, evlilik hazırlıkları içinde olduğunu whatsapp' dan yazarak söyleme gereği duydu. sonrası biraz buğulu. yabancı bir şehrin otogarında ağlamaktan yüzüm gözüm kıpkırmızı, elimde koca valizim, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü 7 aydır hayatta en çok istediğim şeyin onu görmek olduğunu söyledim. kızma bana dedi. sen bana na zaman beni seviyomuşşun gibi davrandın ki, nerden anlamamı bekledin bunu dedi. daha önce hiç sikilip atılmamıştım. böyle bir duyguymuş demekki. haklıydı. galipti. şaşkındım. dünya ve güneş sistemindeki gezegenler başıma yıkılmış olabilirdi. annemi aramak anlatmak filan istedim. küçüktüm, çaresizdim ve yangındım. gururum kırılmıştı. elimde bir bavulla, onu görmeye giderken evleneceğini öğreniyor olma durumunu da bünyem kolay kabullenemedi.

ve ben hiç bu kadar yanlız hissetmemiştim kendimi. birine sarılmak istiyorum hayatımda ilk defa herhangi birine. ağlayamıyorum. sevişmek de farketmiyor, birilerine anlatmak da. her türlü boşalmak iyi gelmiyor.

bir daha benimle ilgili hiç bir şey eskisi gibi olmayacak gibi, sadece kemik ve derilerim kalmış gibi, vazgeçmişim gibi. elektrik çarpmış, içim de bi yerlerde şimşek çakmış gibi. daha önce de içimdekileri alıp götürmüşlerdi ama bu sefer bir daha hiç yerine gelmeyecekmiş gibi.

yarın evleniyor. ben de dün giriş cümlemde belirttiğim evli erkekle beraberdim. ama bi gün neden sevgilin yok diye sormuştu. daha önce kimsenin sorması bu kadar acıtmamıştı. hiç özlediğin biri de mi yok demişti. seni demek istemiştim. seni özliycem muhtemelen dedim. o da sanırım ben de dedi. işte bu yüzden sevgilim yok. muhtemelenlerle karışık sanırımlı sanrılarım olduğu için, misal yattığım erkek bile evli olduğu ve sen evlendiğin için.

12 Haziran 2012 Salı

I' ll go back to black

2 hafta aynı şehirdeydik ve sen birbirimizi göremeden geri döndüğünden beri, ben de hiç bir şey hissetmemeye geri döndüm. acılar insanı olgunlaştırır diyolar, ben acıları olgunlaştırıp, olgunlukları da acılaştırıyorum. çok aşık olduğum da oldu ama saçma sapan hayatımda ne olsaydı da bi anlam olurdu diye düşündüğümde aklıma sen geliyosun. ve ayrıldığımız günden beri en çok istediğim şey seni tekrar görmek. sanki sana tekrar sarılınca herşey daha iyi olacak gibi. sarılmasak, yanyana bile dursak ve kolun koluma değse bir kaç gece uykularım kaçmayacak gibi. ve daha önce hiç böyle bişey olmamıştı.

yakın zamanda yine sevgilin olacak. belki yine nişanlanacaksın. ve benim içim kıyılacak. ne sana ne de başkasına bişe söylemeyip, geçsin diye bekleyeceğim. ve bir sürü kendini kaybetmişlik tecrübe edeceğim.

5 Haziran 2012 Salı

madonna gibiyim

madonna gibiyim. hayatımın 'erotica' ve 'bedtime stories' evresinde. bunların ardından günah çıkarma amaçlı bir 'something to remember' gelir mi, bilinmez..

11 Mayıs 2012 Cuma

we found love in a hopeless place part II

insan yalnız olduğunu ne zaman anlar biliyo musun? bi otel odasında tek başına ağladığında. bi otel odasında tek başınıza ağlıyosanız yalnızsınızdır.
bi otel odasında tek başına içiyosanız da yanlızsınızdır.
bu iki eylemi farklı zamanlarda aynı sebepten yaptıysanız, ve şu anda bu iki eylemi aynı anda, aynı sebepten yapıyorsanız boku yemişsinizdir.

galiba en kötüsü telefonun insanın allahı olması.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

we found love in a hopeless place

ben sana iyi davransam da, kötü davransam da, sen bana iyi davransan da, kötü davransan da ve bunları yorumlarken ikiyle çarpsak da, sonunda hep abuk sabuk bir yerde öpüşürken bulduk kendimizi.

keşke yine öyle olsa.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

seni tekrar görünce dünyanın sonunun geleceğini sanıyordum. bunca zaman sonra seni görmeyi bırak, görme fikrinin ve seninle oturup konuşma halinin genzime kaçacağını. ağız burun yamulacağımı. mahvolurum sanıyordum. olmadım. ben artık başkasına mahvoluyorum. kaçırdın.

13 Nisan 2012 Cuma

lenny kravitz - again

aslında bu sefer iş değiştirirken sektörü de değiştirecektim. o kadar şişmiş, darlamış, boğazımı kemerle sıkıyorlar gibi nefessiz kalmış hissediyordum kendimi. ama sonra bırakmadım. başka türlü seni nasıl görebilirim ki.

12 Mart 2012 Pazartesi

Bir kaç gün, iki kadın, iki adam.

İki kadın bir kaç içki içelim der; çıkarlar Beyoğlu'na o akşam bihaber bey oğullarıyla tanışacaklarından.
Gezerler, ufak tefek alınacakları vardır, hallederler ve hani o hep çok sevdikleri küçük köhne puba gider, bara kurulurlar.
Doludur malum mekan; haftasonu olduğu ve müdavimi çok olduğu için, ama severler bizimkileri, kızkıza gittikleri tek yer gibidir orası, hiç aldatmadıkları sevgilileri gibidir o mekan, başka yerde kırmazlar cevizlerini, başka yerde dökmezler içlerini, o pubın kapısında öpüşmesi de ayrı bir keyiftir hep zaten; hemencecik kuruluverirler bar taburelerine ve başlarlar alkollü muhabbete.
Kadındır. İçtikçe güzelleşir. Serde bir başkaldırı ve devrim rüzgarı her daim mevcuttur.
Kadınlardan birinin - koca popolu olanın hani, eski bir arkadaşı gelir yanlarına, saat geceyarısına yaklaşmışken. Diğer kadın - kocaman gözlü olan hani, gelen adam ile ilgilenirken, koca popolu muzır kadın kendini bir an soyutlar dünyadan. Ve başlar bilinçaltı işlemeye ince ince.

Mekana ilk girdiklerinde, yer yokken daha, bara oturmak istemişti o. Barda bir çocuk. Çelimsiz, kadının boylarında, pespaye, çirkinin sevimlisi suratlı. Müdavimlerdi ya hani, hemen bara oturup, en sevdikleri içkilerini söyleyip, başladılar yudumlamaya. Bir süre sonra o geldi, barın içinde duran, çelimsiz çocuk hani.
"İyi misiniz?" dedi, "Var mı bir isteğiniz?"
Munis sorulduğu izlenimi verilen soru bir meydan okuma idi aslına bakarsan. Ne medeni cesaret toplaması gerekmiş o soruyu bize sormak için, kim bilirmiş...
"Yok." dedi kadınlar. "Teşekkürler, iyiyiz böyle."
Halbuki hiç de iyi değillerdi. Kalpleri kırık, ruhları çökmüş, içleri geçmiş, bedenleri küflenmiş gibiydiler.
Ve çocuk köşesine geri gitti. Bilgisayarının başına geçti, mekanın müziklerini yapmaya devam etti. DJ filan gibi bir şeydi herhalde, barmen de olabilir, neyse çalışıyordu işte müdavimi oldugu barda, ve ilk kez görüyordu kadın onu. O da kadını keza.

Gecenin sonunda mekan boşaldıkça boşaldı. İlikleri kuruyana kadar gitti herkesler, bizimkiler kaldı. Kadın, kalktı bar taburesinden, kafası çok güzeldi, çok. Yürüdü bir kaç adım. Ömründe yattığı erkek sayısı "henüz" 30'a yakın bir kadın olmasına rağmen, o attığı çekimser, tutuk, ikilemli adımları tüm sarhoşluğunun yarattığı yapay medeni cesaretle atabildi. O köşesinde müzikler çalmaya devam ediyordu. Birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi; kadının götü o yüzden de yedi biraz da aslına bakarsan. Ve gitti. Tarihin en "epic fail" tanışmasını gerçekleştirmek için gitti. Ve bahaneyle bir kaç şarkı istedi, çalar mısın diye kedi gibi bakarak sarhoş gözleriyle. Ve sordu: Sigara içiyor musun? Aldığı cevap basitti: Evet. (Ve bir küçük gülümseme.) Kadın elinde yanan sigarasını uzattı dudaklarına çocuğun. Çocuk utandı. Çok phallic bir andı.
"Benimki yanıyor, orada." Belliydi utandığı, ama reddediliyordu kadın en nihayetinde.
"Hmm, peki." Yüzyıllık ayarını almış ve yarattığı tüm fake medeni cesareti yerle yeksan olmuş bir kadın olarak bar taburesine geri döndü kadın.

Ertesi sabah ayılınca ve kendisine yaptıgı anlatılınca anlayacaktı ne sacma bir şeydi cocuga sigaranı uzatmak.

Sonra kadın taburesindeyken ve çocuk köşesinde barın geldiler gözgöze ve gülümsemeleri alkolik kahkahalarla süslendi uzun sürmüş ama saniyelik hissedilmiş yetmeyen hissiyatlarla.

Sonra kadının hatırladıgı kare, yine şarkı istemeye gidecek kadar adamı zorlayacak olmasıydı. Bu sefer teknolojiyi phallic symbol olarak kullandı ve cep telefonunu koydu barın üzerine. Her saniyesi tehdit kokuyordu hareketlerinin. Köşesine sıkışmış bir çocuktu o; önce ağzına sigara uzatılan; sonra önüne cep telefonu sürülen. Ve maskülen ittiriişlerle galip numarayı almakla kadın oldu. Ve ancak, son düzlükte yedi bir çalım çünkü çocuk kadının telefonuna numarasını yazdıktan sonra hemen vermedi; kendi kendisine bir çağrı bıraktı. Sonra izin verdi kadının numarayı keydetmesi için telefonunu geri almasına. Çocuk zekiydi. Sarhoş olması engel değildi. Kadın beğendi, gitti, aldı. Çocuk kafasını kullandı. Kadına gol atmıştı bile.

Kadın çocuğun sigarasını yaktı.
Çocuk "Sana bir yemek borcum oldu şimdi." dedi.
Kadın "Pahalıya patlar."
Çocuk "Sen ne iş yapıyorsun ki?"
Kadın mesleğini söyledi.
Çocuk "Hmm, şimdi anlaşıldı bana niye pahalıya patlayacağı.
Kadın "Peki sen?"
Çocuk "Şarkıcıyım."
Sonra güldüler. İkisi de birbirini ciddiye almadı zaten.

Öylesi sarhoştu ki kadın, hep beraber çıkıp mekanı kapasalar dahi hatırlamamış ve çocuga sabahın 5inde mekanın hala acık olup olmadıgını sormak için mesaj bile atmıştı. Ertesi sabah telefonunda görünce yine utanacaktı, ama asıl utanmayı mekanı beraber kapattıkları gerçeğine ragmen mekan hala acık mı diye sormasına bağlı unutkanlığı ya da sarhoşluğu yüzüne vurulunca yaşayacaktı.

Kadınlar eve gittiler. Kadının eski dostlarından olup da o gece gelip, kocaman gozlu kadınla yakınlaşan adam kadınları evlerine bırakmıstı. Kadınlar evlerinde uyudular ve evlerinde uyandılar ve yalnız uyudular.

Ertesi sabah mesajlar atıldı. Çocuk kadına "Mesajı çok sabah gördüm, pardon." diyen. Sonra kadın bir mesaj attı, sonra o gün kadının işi var mıydı? onra ayılmaya çalışmak harici işi yoktu kadının ayyuka çıktı. Ve sonra buluştular saat 4'te meydanda. Trajiromantik ilk buluşmaları gezegenlerin dizilişinin birbirlerine karşı daha 24 saat dolmadan hissetikleri çekimser çekim ile ters açı yapmış ve tarihin en epic fail tanışmasına müteakip tarihin en epic fail first date'i yaşanmıştı.

Buluşmadan evvel iki kadın arasında geçen muhabbetlerde kadının buluşacağı çocugun, henüz çocuk yasta olabilecegi hakkında en seviyesiz konuşmalar yaşandı. Çok küçük gösteriyordu zira. Kesin daha 20 yaşındaydı; liseyi bitirmiş, yetenek sınavlarına hazırlanıyor filandı kesin... 90'lıdan büyükse gidip koca gözlü kadının yüzüne tükürsündü koca popolu kadın... Ve kadının buluşunca ilk sorusu kaç yaşındasın oldu çocuğa; aldığı cevap ise 29'du. Artık bir kadın ve bir adam yürüyorlardı yolda.

Beyoğlu'nu aşağı doğru yürürlerken yanyana, kadın çeşitli komik hikayeleri anlattı gelmeden evvel kocaman gözlü arkadaşıyla evde yaptıkları muhabbetten kesit kesit ama kibarca. Zira çok bel altıydı, çok haramdı, çok yanlıştı o muhabbetler; ki karşısında bir adam vardı; çocuk mu kandırıyordu? Yürüdüler, Ara Kafe full çekmişti. Yürüdüler, House Cafe'de tek bir masa boştu ve beğenmediler; halbuki adam içeri girdiğinde en sempatik masanızı rica edebilir miyiz demişti. Adam rüya gibiydi. Leblon'a gittiler; boştu. Oturdular ve iki saat boyunca durmaksızın konuşup anlattılar. Kadın hakikaten ........, adamsa hakikaten müzisyendi. Ciddiye aldılar bu sefer zaten. Ayık kafayla; bir gece önceki hareketlerden utana sıkıla konuştular nefessiz kalasıya. Yemek yiyorlardı ki kadının yediği tavuk çiğ çıktı. Adam kadına bir yemek ısmarlamak istemişti, o da çiğ çıkmıştı, elinde olmayan bir kusurdan utandı adam ve kadın gülümsedi, uğruna çiğ tavuk yediği adamın munis ve utangaç suratına. Ve sonra kalktılar Leblon'dan, yürüdüler, ve kadın inanamıyordu nasıl olabilirdi bunca tesadüf. Adam da çok kahveci bir insan değildi, kadın gibiydi, kahve içmeye gider bambaşka şeyler içerdi. Hadi dediler madem öyle, yolda yürürken sevdiğimiz bir şeyler içelim, girdiler bir Starbucks'a. Kadın dönüp dedi ki; henüz her şeyin sorunsuz ilerlediği ilk yer burası. Ara Cafe, House Cafe, Leblon, hepsinde bir sorun olmuştu ya; henüz Starbucks'ta bir sorun çıkmamıştı, ki özellikle "henüz" demişti kadın. Sıra onlara geldi, siparişlerini vermek istediler, ama ne yazık ki istedikleri içecekten yoktu. Al işte dediler, birbirlerine bakıp daha da şaşırdılar, biraz sonra kafalarına meteor filan düşmeliydi, kimse de cenabet filan değildi halbuki. Güldüler, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak.
Yürüdüler Beyoğlu'nda. Kadının kıçına kalabalıkta biri bir pandik attı hatta. Daha beter ne olabilirdi ki? Lanet üzerlerindeydi resmen. Ve ayrılık anı geldi çattı. Metronun onunde, elini öptü adam kadının. Kadının kalbini öpmüş gibiydi halbuki. Kadın ayakları yere basmadan indi merdivenlerinden metronun. Kimbilir bir daha ne zaman görüşeceklerdi, ayrılık anları hep zaten böyle garipti, ikinci görüşme için hemen şimdi söz alınmalı mıydı, yoksa çok mu ısrarcı görünülürdü, yoksa ne yapılsındı... Bilemiyorlardı... Kadın evine gitti. Çok mutluydu. İlk görüşte aşık olmuştu. Kimbilir ne zamana kadar misafir edecekti bu adamı kalbinde, bilmesindi, bilse de ne olacaktı ki? Hoşgelmişti aşk, bir kere daha. Kalsaydı biraz, hemen gitmesindi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Artık yıl.

Şu anda 4. yaşını kutladığı bir çocuğu olan bir anne olabilirdim.
Bir de 2008 senesi artık yıldı zira ve
2007'nin iki yarısı vardı, biri cennet biri cehennem addedilebilecek.
O zamandan beri her an ve her zaman durağan.
Mesela benim kalbim hep 22 yaşında.

21 Şubat 2012 Salı

Eksperimental

Sevgili sevgilimle deneyemediğim, hatta sormaya bile cesaret edemediğim, ama denemek istediğim bi dolu şey var. Bu hususta elim kolum bağlı olsa da, bir punduna getiremeyecek olsam da, kendime asla aldatmayacağım artık kimseleri diye söz vermiş olsam da beynimin içini durduramıyorum henüz. Meçhul suratlar ve bedenlerle düşündüklerim söz konusu. Hakkımzda hayırlısı.

16 Şubat 2012 Perşembe

Beyni yeniden kurmak

Beynimi yeniden kurmaya karar verdim.
Neden? Çünkü hatalarım oluyor; beni acıtacağını bilmeme rağmen nokta atışı yapıp yine buluyorum belayı.
Alkole karşı bir zaafiyetim var. Alkole hayır diyemiyorum. Bilinçaltımın derinliklerinden taşan şeyler alkollüyken umrumda olmasa da; alkolun etkisi geçtiginde zehir oluyor, zemberek oluyor bana. Bu kafaya gelmemin haklı haksız çeşitli sebepleri mevcut elbet. Geçmişin bana dayattıkları, geçmişten kaçmaya çalışırken aşağılara en diplere gömdüklerimin oradan çıkmaya çalışması, artık yeter dediklerimin alkolle peydah olup beni kanatması ve vicdan denen yakın arkadaşımın beni kendimden nefret etmeye, günlerdir aynalara bakamamaya zorlaması.
Kafamın içine çizmem gereken kırmızı kalın çizgiler sayesinde yazıldığım gibi okunacağım. Bunu yapmak için ilk önce ihtiyacım olan gücü kendimde bulmam lazım. Daha evvel bunu denemiştim, evet, ama bir eski sevgili istedi diye denemiştim. Adam bana çevrendeki iblislerden soyutla kendini demişti, ve ben onu çok sevdiğim için bunu yapmış, gerek cep telefonu gerek internet üzerinden ulaşılamayacak bir pozisyona çekmiştim kendimi ve iblislerin erişimine kapalıydım. Ama o ilişkinin bitmesi ile benim de arayışlarım ve cinsel açlığı olan bir kadın olmamın düşüncesiz hareketleriyle iblislere kapıları yeniden açmış bulundum. En azından bana erişebilecekleri imkanlar ortadaydı. İnternete geri dönmüş ve cep telefonumu vermiştim bu insanlara ya da bana attıkları mesajlara açtıkları telefonlara cevap vermeye başlamıştım yeniden. İlişkim yoktu ki; kime neydi...
Kafam pişmanlığa basmıyordu. Vicdan denen şeyden mahrumdum. Hayatı alabildiğine yaşamak diyordum; insanı insan yapan. Ama alabildiğine kavramım biraz sürreeldi.
Sonraları yavaş yavaş bir kafa geldi bana. Körü körüne aşık olamayacaktım yeniden, biliyordum, ama adam gibi ilişki yaşamaktı amacım. Zira hiç adam gibi bi ilişki yaşayamamıştım ki ben. Sorsalar hep uzun süreli ilişkilerin kadınıydım da; elde var sıfırdı hep benim hayat matematiğinden öğrendiğim. Elde geriye kalan ne güzel bir aşk hikayesi oldu; ne sadık bir ilişki oldu; ne karşılıklı sevgi-saygı-güven sacayağı oldu. Elimde sıfır çarpı sonsuz vardı.
Ve artık o kafanın bana gelmesiyle ilk kez, bir sevgilimi aldattığım zaman vicdan azabı içinde kavruldum, kıvrandım durdum. İlk kez hayatımda kalbim kanadı. Şangır şungur yerlere döküldü cam kırıkları içimde. Ve evet yine alkollüydüm. Sebebim sonucum yoktu; alkollüydüm ve yaptığım şey bana o an hiç de kötü gelmiyordu. Kötü hissedişleri görmezden gelmeye çalışıp, diplere ittiğim bir süre geçti. Ve geçenlerde yine yaptım aynı hatayı ben. Aldattım onu yeniden. Normalde yüzüne bakmayacağın bir adamla, seni bağlasalar durmayacağın bir yerde, kalpler kıra kıra, zerre farkında olmadıgın için umrunda olmayarak. Çok sarhoştum. Ama hatırlıyorum. Ve bu sefer geçen seferlik şaşkınlığım da yok vicdan ve azabı konusunda. Çünkü geçen seferkini ilk defa yaşadığım için hayatımda; doğruluğuna inanmamışım bile. Üstünü kumla örtmüşüm pisliğimin. Şimdi çomağın tekiyle deşeleyince çıktı karşıma. Üzerine yenisi de eklenerek.
Kendime kalın kırmızı çizgileri çekmeye önce kafamın içinde başlamaya kendime söz verdim. İradeli olup insan gibi içmeye karar verdim. Her şeyi uçlarda yaşamamaya karar verdim. Sıkılmışım ve artık üzerimde eğreti durmasından rahatsız oluyorum. Büyüyorum. Hatta yaşlanıyorum. Bir ağırlığı olmalıymış kadının ya; hakikaten öyle. Yola erken çıkmaktan sebep, normal sandıklarım, normalleştirdiklerim olmuş hayatımda yozlaşma olduğunun bilincini hiç yaratamadan zihnimde. Ama kendime uzaktan baktım. Çıktı sanki bedenimden ruhum. Günlerce uyudum da, kendimi izledim. Dışarıdan nasıl da adi, nasıl da kötü, nasıl da kokuşmuş gözüktüğümü gördüm. Gördükçe kendimden nefret ettim. Gördükçe ölesim geldi. Gördükçe pişman oldum, gördükçe azabı büyüdü vicdanımın. Ve karar verdim ki; ben o kadın değilim. İzlediğim kadın değilim. Son bir yıl içinde yaptığım bu iki hatada da gittikçe artan bir azap yaşıyorsa ruhum ve bedenim, buna dur demem lazım. Geç kalmıştım bile çoktan; geç de olsa danketti kafama. Kendimi öldürsem mi, yoksa nerelere kapatsam, nasıl atsam diye düşünürken bunların çare olmadığını görerek yeniden yapılanma sürecine girmeye karar verdim. Kendi içimde nasılsam; dışımda da öyle olmalıyım dedim. "İrade" denen mevhumu yakalamam lazım dedim. Bu yüzden hayatımda ilk defa; bir sevgilinin dayatması, baskısı, kaba kuvveti, güvensizlik sorunları, ego savaşı vs. olmadan kendi rızamla hayatıma çekidüzen veriyorum. Ve ayrıca hep bir sebebim olurdu sapıtmaya bahane edebileceğim; sevgilinin kendisi, yaşanan sorunlar, ailevi durumlar, kürtaj, ayrılıklar vesaire diye hep sapıtmamı çocuk beynimde haklı çıkartabileceğim, kendimi kandırabileceğim datam oldu elimde. Ama bu sefer, hayata dair hiç bir detayı bahane olarak kullanmak istemiyorum. Arasam yine bulurum belki, bir milyon tane daha sebep, ama yok; istemiyorum. Bu bokun sebebi benim. İradesizliğim. Yazıldığım gibi okunmamam.
Hayatımdaki tüm iblisleri tüm kötülükleri çıkartmaya karar verdim. İster tövbekar de, ister orospunun tövbesi yarağı görene kadardır de; yok, bundan sonra sadece kendim, ve bir elin 5 parmağını geçmeyecek adam gibi adam arkadaşlarım için yaşayacağım. Çünkü kendimi kaybetme lüksüm yok. Çünkü arkadaşlarımı kaybetme veya üzme, düşündürme, yüzlerini düşürme, kendilerini kötü hissettirme vb gibi bir lüksüm yok.
Her şeyi yoluna koyacağım. İyi ve iradeli bir insan olmayı öğrenmekle başlayacağım her şeye.



9 Şubat 2012 Perşembe

ben çok adil biriyimdir erkekler. sevişmek derseniz sizinle sevişirim. sikişmek derseniz sikerim.

20 Ocak 2012 Cuma

Hayırlı Cimalar!

Bir haftasonuna daha giriyoruz sevgili sevişseverler.
Bu haftasonu hava İstanbul dolaylarında yağmurlu hatta sağanak yağmurlu.
Neden siz de sağanak yağmayasınız?
Hadi, pamuk eller göte memeye.
Hayırlı Cimalar Olsun!

9 Ocak 2012 Pazartesi

and the rest is silence

o: hadi döndüğümden haberin yoktu olmadı aramadın, 13 ay boyunca bir kere de mi aramak sormak napıyo bu çocuk demek aklına gelmedi?
ben: *derin bi sessizlik*
o: yaa böyle kalırsın işte!
ben: başka türlü seni nasıl unutacağımı bilemedim
o: *derin bi sessizlik*
o: galiba bu seferde ben öyle kaldım

6 Ocak 2012 Cuma

Skerler!

bu aralar canım çok sıkkın. içim daralıyor.
bi ağız tadıyla yaşayamıyoruz.
herkes edecek laf, verecek tepki, koyacak bir posta buluyor.
tek yanlı düşünce yapılarıyla savaşmıyorum artık.
kimseyi alttan almıyor, kimseye bana göre yanlış ya da haksız ya da anormal olduğunu kabul ettirmeye çalışmıyorum.
münazara, münakaşa, muhasebe yapmıyorum insanlarla.
herkes hiç.
hepsi hiç.
hayatımın bazı iniş çıkışları olması normal.
herkesinki gibi -dertleri kendine büyük bir antikarakter olmamın da verdiği haklı duruşla- dünya ile olan tüm bağlarımı kopartmayı tercih ediyorum.
bencillikse bencillik diyip, hodri meydan kafasına geçiyorum.
kimsenin hayatımdaki varlığının sorgulanmayacagına inanan insanlar tanıdım, tanımışım, daha fazla tanımak istemiyorum.
arkamdan iş çevirenlerin yüzüme gülüp, benden vefa bekleyebilmesi ikiyüzlülüğüne tahammül filan etmek, insanları "özünde iyi, oldugu gibi kabul etmek lazım" dusturuyla kabullenip, kazık üzeri kazık yememe izin vermek istemiyorum.
her şey yolundaymışçasına "aman kimsenin huzuru kaçmasın" diye her haltı içime atıp, derinlere gömüp, kimsenin keyfi kaçmazken benimki sıfırın altında seyrederken insanlara çok iyiymişim gibi rol kesmek istemiyorum.
kimse beni, içimi, derdimi, tasamı bilmezken beni yaftalayamayacak veya konuşamayacak benimle.
insanların içleri buruk diye ağzımı açmadıklarımı ben bilirim.
alttan aldıklarımı ben bilirim dertleri var diye.
şahsıma yapılan ne durumları yuttuğumu kişisel dertlerine istinaden benimle alakalı benden kaynaklı olmayan sorunlarına ragmen derdine dert eklenmesin diye sustugumu ben bilirim.
derdini anlatan insanların dertlerini bilip de, ona göre şekil aldıgımı ben bilirim.
ben dertli insnalara benim derdimi de dert edinmesin diye anlatmıyorken -sırf anlatmıyorum diye bilmediklerinden ötürü- dertsiz addediliyorsam, sokarım ben oyle aşkın ızdırabına, sokarım ben öyle düz mantığın çelişkisine.
önüne gelenin beni ayakta skertmeye çalışması bu sıra çok üstüste gelse de skerler.
bundan sonra ben yokum.
dünya kimsenin etrafında dönmüyordu benim bakış açıma göre, bir orta yol bir hal çare bulunabilmeliydi ikili ilişkilerde karşındaki kim olursa olsun.
kestirip atmakla, ispiyonlarla, tek taraflı ki o da at gözlüklü perspektiflerle kim nereye doğr nasıl ilerlerdi ki?
ama sıkıldım hepinizden, herkesten.
sürekli bir alayına isyan kafasındakileri sakinleştirmekten, sürekli bir ben olmaktan çıkıp güzin abla, bir yardım ve yataklıkçı, bir sorumluluk taşıyıcısı, bir anne, bir ben dışındaki herhangi bir şey olmaktan sıkıldım.
ve artık kimsenin hayatında da yokum.
kişisel tercih.
tartışmaya da açık değil.
hepinizin yolu açık olsun.

24 Kasım 2011 Perşembe

3 Kasım 2011 Perşembe

Istek Kipi

Onu özlüyorum. Mırıldansın şarkısını ve çıplak ayaklarla evde gezerken arada bir ağacın yepyeni tomurcuklanmış dallarının Mart ayazında kırılmışlığı gibi bana baksın istiyorum. Evde bir filre kahve kokusu. Sert mi sert. Bir de ev yün koksun, sıcacık.
Kırmızı kadife koltuğuma otururken ben bana bakan bir adam, çelimsiz ve beyaz tenli belki kocaman yemyeşil gözleri olan, koridorda karşılıklı duran odaların birinin kapısından çıkıp diğerine girerken görülsün. Ve kaybolsun sonra evde. Şeytan alsın götürsün. Satsın. Getirmesin.
Bir rakı sofrası kurulsun denize nazır gönlümde. Masada bir kaç aşk olsun, bir kaç sima -eskiden tanıdık, bildik- meze niyetine. Rüzgar ürpertmeden essin, eserken anlatsın; kumlar havalanmadan dinlesin. Altınbaş'ı sek içerken fonda iyot çalsın, fosfor oynasın.
Rüyamda bir kadınla sevişeyim. Dağınık saçlarıyla bana baksın. Gel desin. Gideyim. "Veryansın!" diyeyim yürürken. "Hodri meydan!" desin öperken. Ve yansın kızıl meydanlar.
Bir rakı kadehinde erimeye yüz tutan buzun içinde yıllar evvel kaybettiğim çocukluğu bulayım, kovalayayım hunharca. Diyeyim ki; sana en iyi ben davranırken, sen benden kaçtın başkalarının hatalarından sebep; gelemezsin bir daha. Gitsin; bir daha hiç gelmesin. Korkutmasın beni karşıma zamansız çıkışlarıyla. Artık diyebileyim ki oldum, öldüm. Velev ki ölsem. Selamı okur o çocuk sadece.
İstiyorum ki oturayım, var ise şayet tanrı ile karşılıklı; dolduralım birer duble, hiç konuşmayalım, bakalım öylece birbirimize, ilk kim soru soracak diye. Bir çekişmece dönsün, bir inat hüküm sürsün. Bir çekmece açılsın, bir hükümdar düşsün. Bir çekim oluşsun ,kimi hükmen mağlup olsun. Sonra öpeyim ben onu dudaklarından, şayet varsa - ki şükretsin beni yarattığına.
Duvarımdaki saat dursun. Akrep ve yelkovan üstüsteyken dursun. Bari onlar kavuşsun. Pilini değiştirmeyeyim o saatin. Baktıkça içim aksın. Zamanın pornografisine hayran kalayım.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Yazım Çizim Boşaltım Sistemleri

Eski yazar Genetrix vaktiyle çok çemkirmiş burada yazılanlar gerçek değil diye; kimseye anlatamamış, bir kula dinletememiş. İnsanlar okuduklarını günlük okurcasına gerçek belleyip, yaftalayıp yakıştırmışlar. Halbuki burası bir kaç küçük insanın kusma, sıçma, boşalma, attırma, işeme, tükürme merkeziymiş.

Şimdi bizler de aynı çabayı verelim mi diye düşündüm, gelen bir kaç tepkiden sonra ama; dedim ki, ne gerek var? Kim ne düşünürse düşünsün; onun için yazmıyoruz biz. Biz içimizi boşaltmaya yazıyoruz. Çünkü her türlü boşalmak iyidir. Boşalmak her anlamda güzeldir.

Evde ailene karşı boşalamazsın. Sevgilinle boşalamazsın. Arkadaşlarına karşı boşalamazsın. Şehre, memlekete, yaşayanına, saygısızına, hırsızına, arsızına, iyisine - kötüsüne boşalamazsın. İçinde patlar. Ne demiş hırtın teki; sustukların büyür içinde. Ya da sıçtıkların keyif dilinde. Onu ben attım. Bence oldu. Ben tatmin oldum. Gel de patronuna karşı boşalt içini? Ya da öğrentmenine?

Tüm anlamlarda bir şekilde boşalamadıkça, insan içini bşaltmadıkça delirir. Kadınların bu tip sendromları bile var: İSKS. İyi sikilmemiş kadın sendromu. PMS ya da. Reglin boşalmadı diye.Ama erkeklerde de var bu. Kadınlarda da var bu. Herkeste var. Bir şeyleri içe atmak iyiikten çok kötülük bünyemize. Aklımızın sıçışlarını bir yere kusmak rahatlatsın diye bizi yazıyoruz. Kafadan atıyoruz. Götümüzden sallıyoruz en güzel örnekleri.

Bu yüzden burada yazılanların gerçekliğine takılma. Genetrix aldı postlarını gitti. Küstü size. Sizin yüzünüzden. Şimdi meydan bize kaldı. Friedchicken ve Capricornette ile birlikte yazmaya devam ediyoruz. Gerçeklik kisvesine inat.

Yazın. Yazabiliyorsanız siz de, açın bi blog. Yok kimse okumasın diyorsanız var onun da ayarları, bir tek siz okursunuz. Ya da sadece ebem okusun diyorsanız o da olur; onu davet edersiniz bir tek o okur. Kusun ya. Biriktirmeyin içinizde. Yetmez mi rahatlama hissi bile sırf yazmaya çalışmak için? Boşalabileceğiniz başka bir opsiyon, mecra, aksiyon, okazyon, civilizasyon yoksa; buyrun gelin, siz de burada boşalın, zira her türlü boşalmak güzeldir.

aknemsi ..

Bu ara canım acıyor biraz...

Dışardan belli olmayan, yalnızca dokunduğumda acı veren aknelere benzer bir acı ..

Kimse ne biliyor, ne duyuyor ne de görebiliyor...

Her yeni gün, yeni bir yerlerde beliriyorlar...

Dokunduğumda onlara çok acıyori derin sızılar, beyninizde hissettiklerinizden ...

Sıksan sıkılıp atılmıyor, dokunmasam diyorum, geceleri uykuları bölerken ne mümkün ...

Ergenlik deyip geçebilsem keşke ...

Lanet olsun, çok acıyor!

28 Ekim 2011 Cuma

kroyum, çok param da yok ...

Modern çağın gerekliliği gibiymiş sanki, bir de anadan babadan ayrı başka şehirlere yelken açmış bir hatunsan, büyük kafalar, büyük ortamlar ne kadar kaçınılmaz bilemezsin. Bunun hatunun Ağrı'dan ya da Ankara'dan gelmiş olmasıyla hiç bir ilgisi yok üstelik. Her insan habitatından sıyrıldığında biraz sapıtmaya müsaittir niceliği ise iç dünyanın ne kadar açlık çektiğiyle ilgili tamamen ...

Kafa karıştırdığımı biliyorum ama demek istediğim özetle şu, tüm bu İstanbul'un parlak ışıkları altında bu hızlı yaşama gönül kaydırmamak çokta mümkün değil . Örneğin fırtına tadında üniversite yıllarını hangimiz yaşamadık ki.. Hayatın en rahat olduğu dönemdir hepimiz için, nerde akşam orda sabah, çantanda diş fırçan varsa gerisi kolay zaten. Ama şimdi şimdi (aslında yazı şimdi yazıldığı için şimdi yoksa bir süredir) anlıyorum, tükenen enerji ve duyguların rejenere olamadığını. Ne harcadık be arkadaş, şu an içimde kalan hiçbir şey yok diyebiliyorsam baya dolu dolu geçmiş gençlik çağları.

Olgunluk mu büyümek mi nedir, garip duygular sardı bu ara beni. Annemi haklı çıkarmak istemiyorum ''geçer kızım, gün gelecek bu fikirlerinde değişecek'' söyleminde haklı olamaz. Bir insan için ne kadar zordur değiştiğini kabullenmek bu olumlu yönde olsa bile. Çünkü birinin sana iyi anlamda ''çok değişmişsin'' demesi bile eskiden ne kadar kötü olduğunu sorgulatıyor insana. Şimdi lafı fazla da dağıtmadan konuya döneyim diyorum. Şimdi bu aralar farkettim ki bunu farketmek nedense hiç hoşuma gitmiyor; dışarıda bıraktığım cool hatun imajımın altında hala biraz kro biraz geleneksel biraz da ezik bir iç dünyam var benim. Mesela bunca yılın tecrübesi hala yeni bir adamda acaba hisleriyle mi yoksa penisiyle mi yaklaşıyor diye kolayca anlamama yeterli olmuyor. Ya da ben mütemadiyen güneş batımına şöyle bir kadeh rakı koyup fona da Kibariye koyup bundan ölümüne haz alabiliyorum. Ve güzel bir kadın gördüğümde uzuvlarını kendiminkiyle kıyaslamaktan alamıyorum kendimi mesela...

Uzuv demişken insanın ne istediğini bilmesi kadar güzel bir şey yok bu hayatta. Örneğin bir erkeğin tamamiyle seks istemesi ve bunu açıkça söylemesi ya da bir kadının. Ben bu ara bu tarz hikayeler çok duyuyorum da. Ben dürüstlükten yanayım, klişeciyim. Son dönemde farkettim adamı alıp karşıma tam bir Türk kızı gibi kardeşim ben seninle tabi ki birşeyler yaşarım ama bu benimle hayatının hangi kısmını paylaştığınla ilgili diyorum. Çokta tipik değilim aslında bunu ilk günlerden yapmıyorum, kalıplarıma sığan bir adam olup olmadığını tartıp biçtikten sonra mesela.

Ama kafa sikiyor olabilirim bu geleneksel tutumumla, bizimde hayattan öğrendiklerimiz var herhalde, gazoz ağacında yetişmedik. Biliyoruz erkek kısmısını neyin darladığını, hangi konuşmaların onların beyninde nerelere gittiğini. O yüzden mümkün mertebe kilit cümlelerden uzak durmaya çalışıyorum. E adamların beyin belli, ''simple is da best''. Fazla fonksiyon beklememek lazım zaten tüm ilişkileri bu beklentilerimize kurban vermedik mi?

Bu ara bir koca adam var eksenime dahil olmuş olan, sabahlara kadar konuşup bıdılayıp kafasını sikesim var. Yapamıyorum, kaçar gider biliyorum. Susuyorum, bakıyorum. Neden öyle bakıyorsun diyor. Gülümsüyorum, konuşursam gidersin, bakarsam kalırsın diyorum. Birşey mi söylemek istiyorsun diyor, söyle... Yok diyorum, birşey yok, sana senin için ne hissettiğimi söylesem korkar kaçarsın diyerek içimden ...

Koca adam, gel buraya!

27 Ekim 2011 Perşembe

Buralara kış geldi..

İstanbulun kışları çetin geçer,

Kimi insan büzüşüo, kimisi de düzüşüo..

İkiside doğal tepki, yadırgamıyoruz!!

Yuh be birader.

Bir şey yok; ağlamıyorum; sadece gözüme bir şey kaçtı.

Hakikaten lan.

Ne ağlayacağım?

Ahuahauhaa.

Mal.

26 Ekim 2011 Çarşamba

9 crimes

capricornette..kesinlikle sikmemesi gereken adamları itinayla siker. en iyi arkadaşının en iyi arkadaşlarını siker. çoğul evet; iki tane. sonra annesinin babasının yatağında, iş yerindeki arkadaşlarının arkadaşını, şimdi müşteri olmasına ve evli olmasına rağmen siker.

artık hiç bişe hissetmiyorum lan nasıl oluyo bu

24 Ekim 2011 Pazartesi

Benim annem hiç ölmedi

haklısın, benim annem hiç ölmedi
yokluğuna hiç uyanmadım annemin, sen ya da bir başkası gibi.
anlayamam da seni, tırnaklarımı geçirmedim duvarlara
kaderi kanatır gibi..
Benim annem ölmedi ya ben senden daha güçlüyümdür belki,
Belki gülümsemek için daha çok sebebim,uyumak için daha çok huzurum vardır.
Bir şeyleri dozunda bırakmak için nedenim, başarımı ispatlamak için birilerim ..

ben senden daha güçlüyümdür belki, belkide değilim kimbilir..
Bildiğim gerçekler vardır belki, belki seninde bildiğin kimbilir..
senden küçük çirkin ellerim var benim, ellerini sarabileceğim,
biraz huzur bulman için uyuyana kadar saçını okşayabileceğim
Ve sana gülümseyecek haklı nedenlerim var benim, belki birgün anlayıp belki hiç bilmeyeceğin..
Başarını başarım saymak için sabırsızlıkla beklediğim günler var birde.
Farkındalığım var dozunda bırakabilmen için, dozunda bırakmam gerekliliğinin..


Tüm bunlar bir tarafa bebek,
benim gerçekten umudum var, umrunda olmasını beklediğim ..

19 Ekim 2011 Çarşamba

cat person - dog person - catdog

kedi insanı erkekler ve köpek insanı kadınlarla dolmalı bu dünya.
erkek yanında bir kadın olmasa da kedi ile yaşayabilir.
kadın yanında bir erkek olursa köpeğe daha keyifle bakabilir.
Hayat çok acımasız. Biz de acımasız olmayı öğreniyoruz. Önce başkalarına, sonra kendimize acıma duygumuzu kaybedip mutsuzluklarımızı geri dönülemez kılıyoruz.
Anlık kararlar, düşünülmeden atılmış adımlar, pişmanlıklar, aşklar, sevgiler, zevkler hepsi de bizim için; bir itirazımız yok ama, neden hep en kötüyü seçmek zorundaymışçasına heyecan peşinde yanlış sonuçlara ulaşıyoruz?
Acı çekmenin tadından da vazgeçemiyoruz, mutluluğun tadından vazgeçebildiğimiz kadar kolay...
Yarım aklıma sıçayım ben.
Kalbim kanıyor.

12 Ekim 2011 Çarşamba

ALDAT - ıl - MAK

Alka Seltzer kafasıyla yazıyorum bu satırları. Düşünmekten bir hal oldum günlerdir; o ilk hatayı nerede yaptık? Nerede gördüm o ilk ışığı kendimde?
Bir erkeği ilk aldatma kafasını nerede ve nasıl yaşadık?

Benim tarih öncesi zamandan beri sevgililerim olur. Olmuştur. Hep olacaktır. Kendimi bildim bileli sevgilim var diyemem; kendini bilmezin tekiyim zira; ama hep sevgililerim olur. Kendimi bilmeyi bekleseydim, çoktan kırklarında eve kedi köpek it enik ne varsa doldurmuş bakire kız kurularından olurdum.

Aile haricinde bir canlıyla iletişime girdiğim o ilk günden beri aşka yabış yabış yaşarım. İlkokuldan beridir de erkek arkadaş mefhumuna vakıfım. Ancak, tüm imkan ve şeraitlerde dahi, aldatıldım.

Aldatmanın ne olduğunu, nasıl bir hissiyat olduğunu filan o zamanlar, o mini mini bebe yaşlarda öğrendim. Aldatıldıkça acı çektim. Sahiplenmenin ve sahiplenilmenin yalanlığı ve karşı tarafın yılanlığı gözümde devleşti ve kendimi toplamakta çok büyük güçlük çektim. "Canım dedim canın çıksın dediler" gibi de değil. "Seni seviyorum ama"lar ; "Sensiz yaşayamam ama"lar; "Ama beni bırakma"lar; "Tamam söz yabmıcam bidaaa!"lar.... duyup duyup inanıp, yeniden oynayıp, yine yenildim, yine kırıldı kenarı yapıştırdığım kalbimin. Her seferinde aynı yerden kırıldı, artık yapıştırıcı filan da tutmaz oldu. Ben de uğraşmadım daha fazla; kırık bıraktım orasını.

Aldatılmanın bana yaşattığı tarifi imkansız kalp krizlerini atlatamadığımı anladığımda henüz çok erkendi. İntikam, merak, acı dindirme umudu gibi acınası sebeplerimle "ben de yapıcam ulan!" nidalarıyla çıktım sokağa. Aldattım. Rahatladım mı? Kısmen. Çok dürüstüm şu an. Cidden rahatlama hissettim. Harbi rahatladım lan. Garip bi rahatlama, ilginç bi huzur çöktü ruhuma.

Bu rahatlamayı intiğin am peşindesi izledi ve söyledim. Aldım karşıma söyledim. Yok lan, karşıma filan almadım; direk telefonda söyledim. Ne alıcam karşıma.
Bir de derler ki "beni karşına alıp soyleyemedin mi?" "O kadarına bile mi değmezdik?"
Güzel abicim, aldatmışım lan seni ben. Niye karşıma alıp da konuşmaya değer olasın? Olaydın aldatmazdık. Aldatmasaydın, aldatmazdım. Söyleyip, ayrılmazdım.

Kontratak aldatmanın verdiği garip hazzı ve aldatılmış olmanın acısını ne kadar azalttıgı ve ayrılıgı ne kadar kolaylastırdıgını gorunce bunu beni her aldatan sevgilime - ki bu her sevgilim olur - uyguladım.

Sonra bu yerleşti. Hayatta olmazsa olmazım oldu. Bana yapmayanı da - ya da şöyle diyelim daha doğru olur - yaptıgını yapmadıgını bilmedigimi de aldatır oldum. İstisnasız her erkek arkadaşımı aldattım ben.

Hala da aldatıyorum.

Bir ömür de aldatacağım.

Uğurlarında ölüp ölüp dirildiğimi, aşkımdan Leyla - Aslı ya da Şirin'den herhangi bir farkımın kalmadığını sanan canım sevgililerim herhangi bir gününde ilişkimizin akşam evlerinde rahat, mutlu, huzurlu uyurlarken ben bir başkasının koynunda olacağım. Merak etmesinler, müsterih olsunlar. Ya orada uyumam, ya boşalamam, ya sabah işe geç kalırım, ya bir bokluk kesin olur, bir cenabet iş işte benimkisi. İşin garibi artık pişmanlık veya vicdan da devreye girmiyor. Bunlar default özelliklerden kaldırılabiliyormuş, bunu öğrendim. Çok da güzel oldu.

ACI AŞKIN PEZEVENGİDİR

Çünkü aşk alınır ve aşk satılır,

Nerden mi biliyorum?

...


Çünkü aşk aldım, aşk sattım ...

Ucuza gittim, ucuza kapattım ...

Bazen peşin, bazen vadeli ...


Zaten derdimizde aynı değil mi,

Mesela, aşkla sevişmek benimki ...

11 Ekim 2011 Salı

Dün ve Gün ve Ondan Öncekiler

Açtım dün; tüm geçmişimize baktım. O vakit yoktan varedip; şimdi yoksaydığımız uzun ve serin kışlara, kısa ve yangın yeri yazlara baktım.

19. doğumgünümde bana hediye ettiğin sarı sayfalı, kalın kapaklı, bordo ciltli, rustik - antik kılıklı günlüğü aldım elime. 1977 den beri ilk defa. Senden bana kalan tek şey belki de o günlük. Ve öylesine masum anlattı ki bizi bana, içim bile acımadı ilk defa.

Doğumgünüm 1974'te hediye ettiğin o defteri açtığımda defteri güzel anılar ile doldurmam dilegini ilk sayfaya yazmışsın. Ben de geri kalan 30 - 40 sayfaya yazmış, koskoca defteri boş bırakmışım. Yazmayı bıraktığım dönem senin sürgününün bir kaç hafta sonrasına denk geliyor. Yazmayı yaklaşık 10 ay sürdürmüşüm...

Heyecanla başlıyor günlük. Gerek doğumgünü heyecanı, gerek yaş ilk 19, gerek sen ve gerekse birlikte oluşumuz. O seneydi seni zorla ellerimden almış ve sürgüne ötelere göndermişlerdi. Yerle yeksan olmuştu kendi memleketim, kendi evim, kendi bedenim.

Sırf o günlük bile ilişkimizin ne menem bir hastalık olduğunu anlatmaya yetiyor aslında. Gözümde seni nasıl da büyüttüğümü; nasıl seni bambaşka bir yere koyduğumu sorgulamadan.

Senin el yazınla başlıyor.
"Bu sayfaları güzel anılarla doldurman dileğiyle..."
Sonraları benim elimden çıkan inişli çıkışlı, gözyaşı ve kahkaha kokan satırlar var. Yaşananlar var. Sen kokanlar buram buram.

İlk 9 ay yogun yazılmış; anılar, mutluluklar, minik çekişmeler anlatılmış; sonra kesilmiş, sen gittiğin zaman, gönderildiğin zaman yazılar kesilmiş bir 10 gün kadar, sonra dönüp, "kendimi bilemez bir acıdayım, çok özledim, lanet olsun." demişim dünyaya. Heyecanla başlayan bir genç kızın günlüğü, acıyla kıvranan bir ibret romanına dönüşmüş. Kahkahalar yerini haykırışlara bırakmış.
Sonra 3 ay sonra almışım elime. 1974'ün Aralık ayında. "Çok zaman oldu yazamadım, ama artık onu hissedemiyorum; aklıma mukayyet!" demişim yakarırcasına. 
Sonra 1977'nin sonbaharında. "3 yıl geçip gitti, neler yaşadık bir bilsen, sayfaların yetmez..." diye hitap etmişim günlüğe yalnızlığımı açık edercesine.
Ve dün akşam aldım elime o defteri. 4 sene sonra ilk defa. Ama yazmadım dün gece hiç. Tek satır yazmadım. Baktım uzun uzun nasıl da saklamışım gittiğimiz her filmin biletini, elinden çıkan en ufak bir karalamanın bile olduğu en küçük kağıt parçasını, çiğnediğin çikletin bile kağıdını... Dilekolay; bir ömrün bir çeyreği yatıyordu o eski yüzlü sarı kağıtların arasında.

Çocuk yüzlerimizin siyah beyaz fotografları çıktı arasından. Umutlu ve tutkulu. Yarım akıllı.

En son yüzünü 79 sonbaharında gördüm. Konuşmadık bile. En son sesini de o aralar duydum; alkollü kafayla aramış, şarkılar dinletmiş, iki kelam etmiştin benimle. "Yapma." demiştim.

Bir de dün akşam resimlerine baktım.

Gençliğim dedim. Pişmanlığım. Çocukluğum. Çocuğum.

Sana elveda dedim. Kendim istedim.
Arkasında durabildiğim tek gerçek bu.





7 Ekim 2011 Cuma

Kelin merhemi olsa...

Kendi çüküne sürermiş.
Erkek bu.
Ske sürücek kadar aklı olmayan mahlukat.
Her boka skini sürtecek kadar da hormon oriented yaşam formu.

5 Ekim 2011 Çarşamba

S.A.Ç.M.A.L.I.K.

Ayrılınca insanlar neden düşman olurlar?
Birbirlerini iki gün önce deliler gibi seven iki insan; ayrılık konuşmasına müteakip nefret dolar.
O nefret sınırı gittikçe aşar.
Bir bakmışsın uğrunda öleceğin adamı öldüresin geliyor, hınçla doluyorsun.
Ne saçma lan.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Havalardan herhalde, bu sıralar pek bir durgunum. Hiç çıkıp eğlenesim, içesim, sapıtasım yok. Çoğu zaman sevişesim bile yok. Ama idare ediyorum, Allah'tan dürtüleri yüksek bi insanım da, havasına kapılıveriyorum iki üç dakikaya. Ha kapılamadıklarım da olmuyor değil, psikolojinin her şeyi bu kadar çok etkilemesi beni oldukça düşündürüyor. Paran mı yok, ıslanamazsın. Sevgilinle kavga mı ettin, tüm arzuların kaçar. Çirkin bir çiftin yiyiştiğini mi gördün, yiyişmekten soğursun miden kalkıverir. Haberleri izlerken bir terörist saldırısı mı gördün, gece uykuların kaçar. vb.
Her şeye etki ediyor bu psikoloji dedikleri. Vicdan ya da duygusal zeka belki de.
Saçmaladım yine.
Bu ara bir garibim. Havalardan.
Hayırlı sevişmeler dilerim.

22 Eylül 2011 Perşembe

Orrayt.

-Sevgilim var benim, yavşama bana, sevgilisi olan kıza yazan erkek modelisin. Hiç gerek yok.
+Hiç umrumda değil sevgilin, ilişkin.. Canım yazmak istiyorsa sallamam gerisini; yazarım, artık o düşünceli halleri geride bırakalı çok oldu.
---------- bir süre sonra ----------
-Bana yazmaz arkadaş arkadaş takılmayı başarabilirsen sağlık problemlerin için her türlü desteği olurum. Çok iyi bir arkadaş ve hasta moral destek elemanıyımdır.
+Garanti veremem. Söz veremem. Pazarlık yok. Istemiyorsan görüşmeyiz.
-Orrayt.




Geç bile kalınmış bir "orrayt" idi. Tek kelime. Kafi.

20 Eylül 2011 Salı

Mitokondri - kimi zaman hiç olmamasını diledigimiz organel.

mitokondri hücrede enerjiden sorumlu devlet bakanıdır. spermin kuyrugunun hareket etmesine yarar ve spermin bir yarışta kaçıncı geleceginden öte birinci gelip gelemeyecegini belirler. tarihi anların mimarıdır mitokondri. sperm hücresinde mitokondri olmasaydı o sperm hücresi bidi bidi kuyruk sallayarak gidip yumurtanın aklını celip de onu dölleyemezdi.
çocuk filan diyorum.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Uyku

Geceleri uykumdan uyanıyorum. Yanımda yatana bakıyorum tanıyor muyum diye. Beni tanıyor mudur diye düşünüp, uyuyorum yeniden sonra.

11 Haziran 2011 Cumartesi

ölüm iyiliği varmış
beterin de beteri
gözyaşlarının çin işkencesi gibi
damla damla
insanın içine akması varmış
gereksiz ve acı verici varmış
gereksizce acı verici
ve acı verici derecede
gereksiz
bir varmış yani
bir yokmuş
son kez sen kokmak varmış
onun son defa olduğunu bilmek
sonra her bedende o kokuyu aramak varmış da
bulmak yokmuş

sevmek ayrıymış
sevişmek ayrı


11 Nisan 2011 Pazartesi

ilk kadeh kalbimi kırmayı deneyen erkeklere, diğeri de bunu gerçekten başarana gelsin

Nevermind, I'll find someone like you,
I wish nothing but the best for you, too,
Don't forget me, I beg,
I remember you said,
"Sometimes it lasts in love,
But sometimes it hurts instead,"

Adele

'yok anlamayan benim lütfen

aramızda başka bişeyler varmış gibi davranmana gerek yoktu seninle beraber olmak istiyodum olurdum zaten

ayrıca fazla güzel gidiyodu öyle bişeyin bana olmayacağını bilecek kadar tecrübem var

1 ocak 2011 hayatımın en güzel günü, bi daha kim olur da yine yanında uyanmak isterim bi daha ohoo zor iş

ve garipti ne biliyim ilk defa elimi tuttuğunda filan sanki yıllardır tutuyomuşsun gibi gelmişti

kimseyle dans etmemiştim

ya da kimse bana çiçek almamıştı

saçımı okşayıp kafamdan da öpmemişti

ama bu dakkadan sonra

seni istesem de deli gibi

yattığım erkeklerle arkadaş olmak gibi veya arkadaşlarımla yatmak gibi adetlerim olmadığından

sana hayatta başarılar dilerim'


keşke öyle davranmasaydı. bir erkekle aramda 2 metrelik yatağın haricinde, 2 aydan daha fazla sürecek başka bişeler olabilirmiş gibi sanrılara kapılmazdım bende. en nefret ettiğim kız ilişki istiyo oğlan kaçıyo liseli hallerine düşmüş bulmazdım kendimi, ve bu sebeple ondan çok kendime kızmazdım. düşünüyorum da sevilmeyen biriyim belkide. seks yaptıktan sonra bi daha gördüğünüzde kanın beyninize gitmediği biri de olabilirim. sıkıcı da olabilirim. fazla erkek beyinli de olabilirim, ve bu sizi korkutuyo da olabilir. ama ben buyum. yersiniz yemezsiniz sizin tercihiniz. erkeksiz acımdan ölecek değilim.

bocalayan sizsiniz. ben de herşey net. ve sizin gibi karıştırmıyorum hiç bişeyi birbirine, kavram kargaşası yaşamıyorum kendi içimde. bana benim olgunluğumda biri lazım. benimle ilişkilerinizi benimle acaba sevgili olup da mı yatıyım gibi hesaplarla değerlendiriceksiniz zaten hızla uzaklaşın. büyüyün de gelin. yalan söylemeyin kimseye. bizi asıl kızdıran bu. her zaman söylediğinizin yarısı kadar adam olmayın. dünyadaki 3 milyar erkekten biri olduğunuzu unutmayın. ama yine de iyiki varsınız, çünkü benimle her kavga ettiğinizde kendime olan güvenimi ikiye katlıyosunuz. ve her kalbimi kırdığınızda ben kendimi daha fazla seviyorum.

hayatına devam et dedi bana. ettim. balkan ülkelerinden gelen, seks tanrısı gibi bi adamla müthiş bi gece geçirerek hemde :)

tanrım erkeği yarattın da nerelere koydun?

22 Şubat 2011 Salı

gece

gece
kollarını haç gibi açmış

kurtarıcısı gibi bazılarının
uzanırken aramızda
bir gündoğumu anında bir olduk

kısaldı artık gündoğumları
geceler uzun artık yanında
kafamı göğsüne koyduğumda

geceler uzun
geceler gündüz gibi yanında
aydan daha parlak
uzanırken yanında
nefes nefese ve aydan daha
aydınlık odan
bedenler çığlık çığlığa
duvar dibindeki yatakta

geceden korkup yanına gelmiş

çoçuğun gibiydim yanında
bana öğreteceklerin vardı
ateşten parçalardık birbirimizi körükleyen
şanslıydık ki geceler uzundu
birbirimizin loşluğunda gülümseyen

bedenler küçücüktü
altındaki arzunun derinliğinde
köklerini salıyordun diplerime
gece sayemizde doluyordu

gecelere geçmiş, gelecek
ve şimdi sığıyordu
zevk olup akıyordu gece
ellerin yüzümdeydi
yaşananları siliyordu
ellerin
yaşanmamışları koyuyorlardı
yerlerine

ancak duvar bitirebiliyordu geceyi
gündoğumu kısaydı
söküp alamazdı
çivilendiği dudaklardan
sana sarılıp kaçıyordum duvardan
yumuşaklığıyla çelişiyordu koynunun
sertliğine duvar da dayanamazdı
eriyordum

gece konuşuyordu bizimle
bir sevişmenden bahsettin
ha duvar ha o kadın dedin
bana da duvar derlerdi
sanırlardıki içim
tuğla ve beton
çöl gibi içim
kum dolu
ben görüyorum ama gözlerinde dedin
sana bakıyordum

utandım ben o gece yanında
daha önce seviştiğim için
ve sevişmediğim için çok

basıp gidecek gücü bulmak sanıyordum aşk
meğer kalabilmekmiş biriyle

ve gündoğumu
-seninle uyanmak neden bu kadar güzel
-seninle uyanmak da o kadar güzel olduğu için

15 Şubat 2011 Salı

benim hiç 14 şubatım olmadı

valla lan hiç olmadı. hiç kutlamadım, özel bişe yapmadım. ne öyle deli gibi sevgililer günü hayranıyım, ne de sevgi de parayla vay arkadaş, kapital düzenin oyunu bunlar diye karşıtıyım. kırmızı kalpler, ayıcık, i love you balonları tarzı mıç mıç bi kız diilim. sevgilim varken de, varken ve farklı şehirlerdeyken de, yokken de, ben hiç sevgililer günü kutlamadım. e kimsenin aklına da gelmedi benimle sevgililer günü kutlamak, beni şaşırtmak filan, şöyle kaşarlaşmış romantik jestler vs. 14 şubat benim için yıllardır kimse benimle kutlamak istemediğinden mütevellit sevilmediğimin iyice farkına vardığım genel olarak soğuk bi şubat günü olmuştur.

yaptığım istatistiklere göre, 2007-2010 yılları arasında (bu yıllar da dahil) her yıl bir öncekinden daha kötü bi sevgililer günü geçirdim. pink' in 'please don't leave me' isimli insanı duygusal hezeyanlara sürükleyen şarkısıyla tanışmam da bi 14 şubat günü olmuştur. sevgiliniz yurtdışında yaşarken bir 14 şubat öncesi sizinle boktan bi sebepten kavgalı olması, zaten uzakta olmanızdan dolayı ruhunuzda varolan deliği iyice büyütmesine, bir sene sonrakinde de alla alla neden aramadı acep diye düşünürken, sebebin kız arkadaşıyla beraber olması olduğunu öğrenmeniz için ise bir buçuk sene geçmesi gerekmektedir.

geçen sene ise ilk yattığınız erkekle 7 ay sonra tekrar beraber olmanızın ve o sevgili olmama konuşmasını yaptığınız günün üzerinden bi kaç gün geçmiştir takvimler 14 şubatı gösterdiğinde. insan ilk yattığı erkekle sevgili olmalı, sevgililer gününü kutlamalı. herkes bu kadarını hakediyor. o kişi de ilk yattığı erkeğin o olduğunu bilmeyi hakediyor. ben bu konuda gördüğünüz gibi her türlü sıçmış durumdayım. o vapur kaçtı artık.

bu sene yine sevgililer gününü kutlamadım. ama bu sene kutlayamadım. sürekli kendi sahasında sizi farklı skorla yenen takımdan bir puan almak gibiydi bu sene. sanki şampiyonluğu kazanmış havası vardı yani. bütün gün sapık sapık mesajlaşıp sonrasında, sevgililer gününün son dakikalarını uzun uzun telefonda birbirinize bugünü ayrı geçirmenin acısını nasıl çıkaracağınızı anlattık. bir erkeğin gülüşünü seviyorsanız durumunuz fenadır, 14 şubat, 30 ağustos efendime söyliyim 21 ekim filan farketmez. bana da farketmedi emin olun. doğumgünümü kutladığında nice senelere beraber tabi demişti, ben de sen yoksan istemiyorum zaten demiştim. hissiyatım değişmedi. sen yoksan istemiyorum.

10 Şubat 2011 Perşembe

en büyük probleminiz bu sene sevgililer gününün nasıl geçecek olduğu konusunda düşünmek zannedersiniz, ya da saç kremi almayı unutmuş olduğunuz sıkıntısı..
ya da işten tam vaktinde çıkabilecek misiniz veya evde ne yemek var filan..
sonra arkadaşınızın aşağıda yazmış olduğu bloğu okursunuz..
lök diye bişe çarpar yüzünüze..
itifa kaybedersiniz..
ağzınız kurur..
başınız dönmeye başlar..
etrafta olan biten fonda lüzumsuz bi uğultuya dönüşür..
bişe yapmak istersiniz..
herhangi bi tepki vermek..
ağlamak..
öylece kalakalırsınız birisi koltuğunuza japon yapıştırıcısı sürmüş gibi..
kızarsınız..
ben neden bunu bu siktiğimin bıloğundan öğreniyorum diye..
sonra bu kızmanın ne kadar da anlamsız olduğunu ve asıl kızdığınızın aslında bu olmadığını anlarsınız..
anlarsınız ama tam olarak da anlayamazsınız..
bişe yapmak istersiniz..
ama aslında yapabilecek hiç bişeyiniz olmadığını farkedersiniz..
böyle hissiyatlar uyandıran durumlar olduğunda kafasını şişirdiğiniz kişi aşağıdaki bıloğu yazan arkadaştır, ama onu arayamayacağınızı düşünürsünüz..
bişe yapmak istersiniz..
o an bir şişe viski olsa fondip yapacakmışsınız gibi gelir..
annenizi ararsınız çünkü hayatınızda tanıdığınız en güçlü kadın genetrix ve odur..
onunla konuşursunuz ama ne konuştuğunuzun çok da farkında değilsinizdir..
gözleriniz dolar..
aklınız inkar pozisyonuna geçer..
hala arkadaşınızı aramamışsınızdır..
kendinize gelmeye çalışırsınız..
sesiniz kısılır..
zaten 2 haftadır berbat vaziyette olan sindirim sisteminiz iyice beter olur..
kasılırsınız..
konuşamazsınız..
ağlayamazsınız..
bişe yapmak istersiniz..
ama göt olur kalırsınız..
bişeyleri değiştirebilecekmiş gibi oturur bılog yazarsınız.
parmağına bişe batsa sizin ki kanar modunda olduğunuz arkadaşınız için güçlü olmanız gerekmektedir, dolayısıyla kendinizi toparlamaya bakarsınız..
en kısa zamanda.

Teşekkür

Süper bir arkadaşım, eskilerden bir dost, blogumuzu kendi sitesine konu etmiş. Çok mutlu etti beni. Kadın çığlıklarından oluşan bir kaç siteyi de bizimki gibi okunmaya değer bulmuş ve örneklemiş. Gerçekten kendisine buradan teşekkür ederim. Kadınlara her zaman güzel davranan güzel insanları seviyorum. Kadınları oldukları gibi kabul edenleri seviyorum. Kadınlar sizin gibilerle güzelleşiyor, sizin gibilerle boşalıyor, sizin gibilerle hayat buluyor, kendini buluyor. Capricornette ve Genetrix adına kocaman teşekkürler ve öpücükler...
Ve ayrıca kendisine en keyifli sevişmeleri, en aşk dolu kadın bedenlerini ve yaşanabilecek en multiple orgasm-leri dilerim.
Seks ve aşk asla seni bırakmasın.
Sevgiler,
Genetrix.  =)

25 Ocak 2011 Salı

bir gün seni aradım. sen de güldün. olan oydu.


bazen başka biri olursun bir insanın yanında
seninle başka biri olmak zorunda değilim
en adi formumda benim
ve sana anlatmak istiyorum kendimi
sen uyurken yüzünü okşamak
ve sana fısıldamak
aslında nasıl biri olduğumu
ne kadar çok hata yaptığımı
ne kadar çok yalan söylediğimi
kırılmaktan kalbimin kalmadığını
bütün gürültümde
sessizlik bul istiyorum
beni bana rağmen sev istiyorum
en büyük ortak noktamız bu olsun
bütün tüfeklerimi su tabancalarına dönüştür
kuşatmalardan vazgeçir
birbirimize teslim olalım
sana teslim olayım

ve bu sefer değişik olsun
koşulsuz olsun

13 Ocak 2011 Perşembe

kadınlar ne ister

tek bişey: telefonu elinize alıp onu aramayı akıl etmenizi. bu kadar.

11 Ocak 2011 Salı

25. doğumgünüm

neden bu kadar güzel bi kutlama oldu:

* çünkü insan bir kere 25. doğumgününü kutlar
* bütün arkadaşları manyak ve alkoliktir, bu gece bunun canlı kanıtıdır.
* herkesin daha sonra diğerlerine anlatıcak bi bombası vardır.
* en yakın arkadaşı (genetrix) çok afedersiniz ama piçin tekidir (bana ayarlamaya bi arkadaşını getirir)
* iti taa yurtdışından gelmiş ve aramızdadır
* beyaz elbisem, dore ayakkabılarım, kırmızı oje-ruj ikilemem ve kürkümle ahu tuğba yanımda halt etmiştir.
* şişede durduğu gibi durmamaktadır, bu gece bunun vücut bulmuş halidir.
* abimi bir ömür şantaj etmeye yetecek kadar materyal (resim olsun, görgü tanığı olsun) elde edilmiştir.
* sonra o gelir.
* sonra o gidemez. (kucağına oturursam herkesin içinde tabi gidemez)
* sonra genetrix' in yanındakilere rağmen geceyi başkasıyla bir otelde geçiririm.
* hayatımda ilk defa bir geceyi bir erkekle sadece ona sarılarak geçiririm. ve bundan daha güzel bir doğumgünü hediyesi henüz icat edilmemiştir amınıke. (of nerden çıktı bu şimdi bilememekteyim)
* o gece yanımda olan herkes iyiki vardır.

kutlamanın ardından pazar sabahı bir otelden çıktım. yanımda o. üzerimde kürk ve beyaz elbise. mesaim bitmiş dönüyorum havası. herkes bana bakıyor. umrumda diil. bilmiyorlarkı aslında nasıl romantik bi gece geçirdiğimi. ben onlara daha ters bakıyorum. 25 kat daha mutluyum.
ne onu ne de o geceyi 25 yıla değişmem. başta annem ve babam olmak üzere herkese 25 kere teşekkürler.

24 Aralık 2010 Cuma

beyaz elbise sorunsalı

yarın akşam ki doğumgünü kutlamamı, beyaz elbise giyerek şereflendirmeye karar vermiş olan ben, bugün regl oldum amınıke. orkid firmasını arayıp, reklam çekimi yapabileceklerini haber vereceğim. en zor günümüzde yanımızda mı bakıcaz. evet doğumgünü kutlamam zor geçer. bu kadar manyağı bir araya getirmek de zor iş tabi.

geçen hafta pazar günü türkiyeye geldiğini bize bir sürprizle söylemeyi tercih eden iti'yle beraberdik. annesi bizi kahvaltıya çağırdı, iti de yok zati neden geldik, keşke o da olaydı ühüü derken, geldik ya niye üzülüyosunuz diyip çıktı karı karşımıza. ulan ilerde tansiyon hastası olursam yeminnen sebebi bu iti. aylardır aldığım en güzel haber bu galiba. yarın akşam doğumgünümde aramızda olması gerçekten de süper!


kutlamalar başlasın!

6 Aralık 2010 Pazartesi

sosyal paylaşım ağı ve ruh sağlımız üzerinde etkileri

neden bu blog sayfasını açınca bir anda hayatta beni mutsuz eden küçük büyük her ne kadar halt varsa aklıma geliyor acaba? bu saçmalıkta tek başıma değilim demekki, çünkü gazetede okuduğum bir haber (gazeteyi de internetten okuyorum bu arada) şöyleydi: uzmanların yapmış olduğu sosyal paylaşım ağlarında takılmak kadınları depresyona sokuyor. evet lan. facebooka üye olduğumdan beri hayatım karardı amınıke. msnde offline iken facebookta online olup kırk yılda bi facebookunu açan sevgiliye yakalanmalar mı dersin, aldatmalar mı dersin, msnde onu engelle yok çevrimdışı görün kimseye yakalanma gizli ajandalar mı dersin, webcam de yediğim haltlardan sebep laağn porno sitelere düşmesem keşkeler mi dersin, içinde msn, facebook, geçmeyen bir manita maceramız var mı yok. iletişmek güzel, eskiden bunlar yoktu mektup vardı diyceksiniz, ama o kişisel bi dalgaydı, ayıptı başkasının bişeyini okumak. şimdi alıyosun eline telefonu kime ne mesaj geldi karıştır babam karıştır.

hayır hakkaten depresyona sokuyor adamı, çünkü biz kadın milleti açıyoruz bütün eski defterleri facebooka girince. severiz dramayı bir, meraklıyız iki. bi de kıyaslama huyumuz var. eski sevgililerle ilgili uygun bulduğu ceza damnatia memoria (eski roma' da vatanhainlerine verilen ceza şekli. o kişiyle ilgili bütün kayıtların silinmesi, bir nevi tarihten silinmesi manasına gelir) olan ben bile bazen takılırım böyle. kadınlar için devam etmek çok zor gerçekten. unutmak zor, hayalgücü geniş, böyle besleniyo demekki. gerçi iddalıyım, insanlar genelde benim facebooku görüp depresyona girer, hesabını kapatır gider o kadar da götüm kalkık :D depresyona girmeyin ya, açın yeni bi sekme hem google da hem de kafanız rahat.

bi de burası var tabi. bakıyorum blog kültürünü anlamaya çalışıyorum filan, köpekleriyle, aileleriyle ilgili blog yazanlar, hamilelikleriyle ilgili günlük tutanlar, minnoş yazılar, resimler. bizse genetrixle normalde böyle gayet am çük kafa kadınlarken bu bıloğu bi açıyoruz arkadaş, bir ağdalı konular, bi modern yalnızlık, bi gönül mevzuları içsel kırılganlıklar. internet olayı mı direk depresyon yapıyo yoksa bende? karar verdim bundan sonra siyasetle ilgili bılog yazacağım, gerçi o da pek iç açıcı bi konu değil. ya da bi hobi edineyim onunla ilgili bılog yazayım. yeterki moralimi bozmasın bu internet. çünkü interneti olmayan bi capricornette' in hayat damarlarından biri kopmuş demektir. net.

15 Kasım 2010 Pazartesi

bi küçük update

erkekler arasında içki içmek adı altında daha bir kere sokakta adam gibi buluşmadığınız kızı eve çağırmak modası mı yaygın? hayır hiç kimse içki içmeden, kafası güzel olmadan sizle yatamıyosa anlarım ve kusura bakmayın haklılar. amacınızı anlıyorum, biriyle sevişmek istemenize kızmıyorum ama bunu bu kadar gerizekalı ilkokul 5 seviyesinde yapıcaksanız başka kızlara yönelmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. belki bi kız kafası çok güzelken evinize gelmeyi kabul eder, sonra yediği boku anlar, e mecbur bi kere tamam demiştir, evinize gelir ve sizle yatmak için yine mecburiyetten içki içer. basit olmayın bu kadar, kusturmayın insanı. sizin evinize geleceğime otururum trueblood' ı izler eric northman ile ilgili seks fantazileri kurar, dizinin yüklenmesini beklerken solitaire oynarım. varsın yalnız desinler, asosyal desinler, kendimle zaman geçirmeyi size tercih ederim.

sevgili genetrix hesabındaki bi problem nedeniyle yazı yazamıyo buralara. özledim yazılarını. şu anda da hasta olan dedesinin yanına gidiyor. morali bozuk. hepimizin morali bozuk. ve birbirimize hiç bi şekilde yardım edip deva olamıyoruz. çanlar kimin için çalıyor' da dediği gibi belki de gerçekten bi insanın bir başkası için yapabileceği çok az şey var.

8 Kasım 2010 Pazartesi

monica molina, french maid dress, amerika ve ilk yattığım erkekle ilgili bir veda yazısı

-he is not the only man you know
-my mistake

(Coupling isimli mükemmel sit-com dan bir alıntı)

bu yazı biraz geç geldi aslına bakarsanız. nedeni ise benim bunu yazarken ağlamayacak konuma gelmemin biraz vakit almasıdır. daha sonra da yazının içeriğini değiştiren olaylar cereyan etmiştir, son hali aşağıdaki gibidir:

ilk blogumda bu blogoun 'eternal recurrence of the same events' yani türkçesi 'tarih tekerrürden ibarettir' diyebileceğimiz düsturla ilgili olacağını söylemiştim. yani bu şu demek oluyor: aynı erkekle ilgili ikinci kez göte gelme ihtimaliniz çok yüksek. bazı insanların bir arada olmamaları gerekir sadece, beraber birşeyler paylaşmayı bırakın, aynı şehirde veya aynı ülkede nefes almalarına bile karşıdır cosmos. hayatının bu evresinde amerikaya gitmeni odamın tavanına bakarak yukardakiyle konuşuyorum edasıyla kendi kendime çözmeye çalışırken, başka bi açıklama bulamadım.

monica molina' nın yıllardır aradığım bi şarkısı vardı. abla ispanyolca söylüyo tabi anlamıyorum ne dediğini, sadece ezgisi vardı aklımda ve bir laf şarkıdan: 'destino' diyo bi yerinde. kader. kötü bişeler olduğunda suçladığımız kurum ve kuruluş. sonra bu şarkıyı buldum bi yerlerde. sözlerine baktım, ispanyolcadan ingilizceye tercüme ettirerek. meğer şöyle diyormuş senyora: que sin ti soy como el aire. sensiz hava gibiyim. ve öyleyim hakkaten de. bana gideceğini söylediğin günden beri böyle hissediyorum ve hayatın rutin akışı içerisinde yaptığım en sıradan aktiviteler bile o kadar eziyet geliyor ki anlatamam. seninle bir daha görüşmek istemediğimi söyledim sana çünkü ne farkederdi. bir kere daha sevişmemiz. ya da bir kere daha görüşüp görüşmememiz. gidiyor olman bütün seçeneklerin üzerini çiziyordu. bozum bozum oldum gideceğini söylediğinde, çünkü senin yine gitmen, benim yine kalmam, bana bunu ikinci kez yapıyor olman, benimkinin aksine senin hayatında süper bişe oluyo olması, bu sefer hakkaten orada beni düşünüp beni arayıp sormayacak olma ihtimalinin yüksekliği, iti'nin de aynı dönemde gitmiş olması, hepsi sinek gibi kafamda üşüştü. teşhis: ayaklı depresyon tabi ne olabilir. ki bunların hiçbirinden senin haberin yok. gideceğini söylediğin gün itibariyle seni aramayı filan bıraktım. dediğim gibi ne farkeder diye düşündüm. değiştiremeyeceğim şeylerle ilgili ısrar etmenin anlamı yoktu. varsın tarihime genetrix'in evinin önünde durup seninle beraber oraya gelişimizi hatırlayıp tam ağlayacakken kendimi tuttuğum ve genetrix'in kapıyı açıp 'moralin bozuk diye sana frambuazlı kek yaptım kanka' dediği anla geçsindi bu olay. genetrix olmasa ne yapardım hakkaten bilmiyorum.

sonra itiyle konuştum. seni aramadığımı söylemişsin ona. neden aramadın dedi. biliyosun dedim neden olduğunu. üzdüğü için beni iti neden olabilir başka. sen bilirsin ama gitmek üzeredir bu aralar dedi. o an bütün bu hissiyata rağmen seni sadece seks için aradığımın farkına ve yakında gidecek olduğunun farkına vardım. bundan sonra da yatmıycak olduğumuz için seni aramamın bi anlamı yok, zaten bir yatak arkadaşıyla bu kadar görüşülmez dedim sana da telefonda. ne demek görüşmemek dedin. evet biliyorum sanki öyle bişe olabilirmiş gibi. bana göre değil dedim vedalar. sana veda edersem parçalanacağımı bildiğimden. ama en ironiği telefonu 'oo aklınıza geldim mi sonunda hanfendi' diye açman oldu. aklımdan çıkıyomuşsun gibi. depresif geçen bir aydan sonra o gece iyi geldi seninle konuşmak. seninle konuşmak her zaman iyi gelmiştir.

hayır sana aşık değilim. sana aşık olsam nefret edebilirdim senden. sen beni sevmediğin için. aşk iki kişiliktir ayrıca, karşılıklıdır. ben ise sana senin bana davrandığın gibi davranabildim hep. ama iyiki kalmışız beraber, ve iyiki sarılıp uyumuşuz. böyle hatırlamak istiyorum seni ve beni. ilk yattığım erkek olmanla hiç de ilgisi yok bunların, ben bekaretini kendisiyle kaybetmiş bi insanım. ama sana bir anda bu kadar güvenmemle, bu kadar hayatımda tutmamla, bir buçuk senedir hala seni istememle, 'beklemiyorum desemde, iyiki beklemiyorum amk beklesem nolucaktı acaba' diye düşünmemle ilgili. bütün gece hastasın diye seni izlememle, senin yanında hiç bişeyin karmakarışık olmamasıyla, bütün seslerin susmasıyla ilgili. ve senin bana 'senden duygusal bişe beklemediğimden...' tümleciyle başlayan bir cümle kurman, sanki ben resim çerçevesi veya tel zımbaymışım da sevemez mişim gibi benden bu hakkı almanla ilgili. bir tek yatakta birbirimize sahip olmamızla, son görüşmemizde üzerimde french maid dressle kapıyı açmam, ve anal seksin acı verici bir tecrübe olduğunu da yine ilk defa seninle öğrenmemle ilgili. aramızda yaşananlar özetle bunlar. ablanın düğünündeki fotoğrafçının 4 kişi fotoğraf çektirdikten sonra, ikimize sizin bi fotoğrafınızı çekebilir miyim derken, fotoğrafçı bile aramızdaki sinerjiyi hissederken senin hiç anlamamana ise sadece yazık diyebiliyorum.

kollarında son kere yatarken beni o ana getiren herkesin hayatımda oluşuna şükrettim. sen de sarılıp kafama öpücük kondurarak alt tarafı bi sene yokum diyerek veda ettin bana. bu aralar gerçekten aşırı ironiktin. ve sen batına gittin artık ben de doğuma. ben bu şehre taparım, ama bu şehir bile 2000 yıllık tarihine rağmen, 300 yıllık amerikayla yarışamaz. keza ben de. hayatımda iki kere gözümde lenslerimi çıkarmadan yattım. biri sen ben ve iti 2009 mayısında buluştuğumuz gün, diğeri son kez seviştiğimiz günün gecesi. sanırım döngü kendini tamamladı. söz ağlamayacağım.

17 Ekim 2010 Pazar

kadınerkek olmak

cinsiyet ayrımına, insanları cinsiyetlerine göre ayırmaya pek de inanmam. kadınların yapıp erkeklerin yapamayacağı ya da tam tersi durumların kaygan zeminler olduğunu düşünürüm. erkek neden yemek yapamasın ya da kadın neden aldatamasın, ikisi de neden tek başına yaşayamasın, istedikleri meslekleri yapamasın ki,bunların cinsiyetle ne ilgisi var bilemiyorum. 21. yyda yaşayan okumuş etmiş çalışan bir abla olarak bu postmodern düşünceye sahip olmam anormal gelmez kimseye. sosyal olgulardır, toplumdur kadın ve erkek davranışını şekillendiren, ya da beynin sağ lobu sol lobu olayı (hangisi kadın hangisi erkek beyni bilmiyorum) Kadın doğulmuyor olunuyor demiş farzı misal simon de beauvoir. erkeklerle ilgili böyle bi laf var mı bilemedim yazı feminist bir hal almasın diye belirtiyorum, söylemek istediğim o diil. kadın olmak çok zor, kadın birey olmak yani, toplumun yarattığı kadın imajından olacağın kadını ve insanı bulmak ve ona dönüşmek. çünkü herşeyi kendinize kanıtlamanız gerekiyor, başkaları sizi etiketliyor sadece, ne tarz biri olduğunuzla ilgilenmiyor. e kime neyi anlatacaksın diyor bilinçaltında takıl sen kendi kendine. anama babama gidip bi erkekle kaldığımı söylemiyorum misal, pek çok kişi de söyleyemiyor. benimle ilgili ve gizli bilgiler oluyor bunlar. erkeklerin oynadığı her oyunu oynardım çocukken, misketler mi arabalar mı, abimle legolar mı gırla. kızlarla yemek de pişirirdim evcilik babında. hala hayatta çoğunlukla erkeklere atfedilen edilen oyunları oynuyorum. erkekler yapıyor diye değil, öyle davranmayı tercih ediyorum diye. ama bunun sonucunda ne oluyosunuz yalancının önde gideni bayrak tutanı. babamın etmiş olduğu bazı laflara genetrix ile çok değer veririz, babamın aforizmaları adı altında kitap yaapmayı filan düşünüyoruz bizi canı gönülden vuran aforizmaları vardır. bi gün şöyle bi kelam etti üstat, akşam genetrix' de kalacağım dedim, 'hep de genetrix' de kalınıyo zaten' dedi, beni benden aldı. hakkaten genetrix' de kalıyodum o akşam, ama bazı akşamlar da kalmıyorum öyle söylediğim halde. babamın tepki de bomba içinde çok derin anlamlar barındırıyo, biliyorum yani yiyosundur bi haltlar tandanslı bi laf sokuş, ama napıyım baba, gerçek seni üzmediği sürece güzel. hayata bakışım bu. ruh biraz transeksüel. sana bunu anlatamayacağım için kolaya kaçıyorum, cahillik mutluluk..


tam bunları düşünürken, bakıyorum ki erkek olmak da zor. kadınlarla aradaki temel fark, erkekler kendilerine değil, başkalarına kanıtlamak zorunda herşeyi ilk önce. dayak yememek zorunda mahalle maçı yaparken, ağlamamak zorunda nedense. evine ekmek getirmek gibi ulvi bi görevi var. ulan bi kendine ekmek getirebiliyomu önce, ayakta durabiliyo mu, ya da ekmek getirmek istiyo mu ona baksak. neden görev yüklüyosun hemen? belki hayata dair evin direği olmak gibi bi kaygısı yok? erkek olmaya çabalerken, adam olmayı ıskalıyolar. koştur koştur kendilerini ne kadar hızlı araba sürdükleriyle, kaç kadını siktikleriyle ve bir yandan da, çok ironikki, etraflarındaki kadınların namuslu olup olmadıklarıyla, (biliyoruz erkeklerin namus kavramının ne olduğunu) veyahut ne kadar çok içki içtikleriyle tanımlama çalışıyorlar. onların da kendilerini kamufle etme yöntemleri bunlar. biz ailemize filan karşı kapalıyken, onlar da kadınlara karşı kapalı olmayı öğreniyolar. ucu yine kadına dokunuyo bunun tabi: kadın aileye karşı kapalı, erkek ona karşı kapalı, ve kadınlar yine okyanusta derme çatma bir salla dalgalarla mücadele eder gibi hayatla ve kendisiyle mücadele içerisinde. 21. yyda kadınlar yalnız erkekler olmuş. devir anca bu kadar değişmiş.

şunu da unutmayın tabi: savaşları erkekler çıkarır. bir kadının can verdiğini öldürmek için. erkekler kadınları o kadar sevmez işte.

28 Eylül 2010 Salı

uykusuz gecelerin yegane sebebi

-I-
bir gece kız aslında cevap beklemediği bir soru sorar:
-uyuyabiliyo musun geceleri?

cevap gelir:
-çok sert geldi bu

tarzlar belirlenir:
-en sevdiğimden
-bu daha sertti

tanım yapılır:
-sen beni duvara yaslayıp arkadan yapmadıkça sert sayılmaz.

dönülmeze girilir.

sıkıntı kaplar gecenin bir yarısında birbirini çeken bedenleri. konuşuluyordur ama söylenen tek şey vardır. nerde olacak, yarın olacak o kesin de, nerde çıplak kalabiliriz başbaşa, nerde alabilirsin beni içine. şanslılardır: kızın en yakın arkadaşı mükemmel bir insandır. şu köşede, saati şu anlaşılır, lojistik sorunlar çözülür, gündelik konuşmalara mı geçiliyor nedir, kızın ıslaklığı ve oğlanın ereksiyonu tam sakinleşiyorkan, oğlan keşke şimdi gelsen der. kız o an gelmek ister. yerlerinde duramazlar. hop en başa dönülür.

aradan çok zaman geçmiştir dilleri diğerinin vücudunda gezmeyeli. gülle gibi düşmüşlerdir yine akıllarına. kızın edepsizliğini, rahatlığını, kendine müthiş güvenini sever oğlan. oğlanın sertliğini, sessizliğini sever kız. bir tek yatakta sahip olabilirler birbirlerine. birbirlerine herşey için izin verirler. pornografiktir olay. burundan aşağısını hissetmeyecek kadar yorarlar birbirlerini. kalkamazlar bir müddet. ikisi de hem karşı tarafın ona yaptıklarına, hem de karşı tarafa yaptıklarından mutlu ve galiptir.


-II-
-yarın akşam benimle ...........oteli'nde kalır mısın?
-.................*yırtıcı bir sessizlik*
sorunun anlamını bilen ve evet diye bağıran sessizlik.

otelde kalamazlar. kızın mükemmel arkadaşının evine giderler yine. üstüne alır oğlan kızı. birbirlerini doldurup boşaltırlar yine. geceyi sabaha karıştırırlar, geceye sığamazlar. sessizdirler, fısıldayarak inlerler.burda yokken hiç beni düşünüp kendine dokundun mu diye sorar kız. düşündüm de bişe yapamadım der oğlan. uyuyamamıştır geceleri. bir tur daha dönerler. oğlan hasta oldu diye kız onu izler bütün gece. yorgundur da uyku tutmaz. sarılsalar da kız yatakta bırakır gider. yine.

ordan dostlara bağlanır kız, bir sürü güzel insanla, güzel bir haftasonu geçirir.

aynı yatakta yalnız uyanır daha sonra. koyar bu sefer. anlarki hep o sabahki gibi uyanmak ister.