30 Haziran 2010 Çarşamba

we are all audrey flood sometimes.

dün facebooktan biri bana mesaj attı. eski erkek arkadaşımın, hayatım da aşk duyduğum tek adamın memleketinden bir kız. mesaj, 'anlaşılan o ki benden haberin yok, bugüne kadar benim de senden haberim yoktu' cümlesiyle başlayıp, '2 yıldır beraber olduğum erkek arkadaşıma resimlerini ve videolarını yollamışsın bu ne kadardır devam ediyor?' sorularıyla şekillenerek bir paragraf bütünlüğü oluşturuyor. okuduğum zaman ilk tepkim neydi hatırlamıyorum, sanıyorum bünyem bir süre verecek tepki aradı. salak adam dedim, salaksın. videolar resimler derken, kızın bunları gördüğünü düşününce utandım. artık olmadığım ve belki de hiç olmadığım yere, kızın yerine koydum kendimi. benim için onun orda bi ilişkisi olması sürpriz olmazdı, olmadı da, ama kızı yıkardı. ve ben kız arkadaşı olduğunu bilseydim böyle bir şeyi asla yapmazdım. kızın kafayı kırıp bana saldırmasını anlıyorum ama erkek arkadaşıyla halletmeli derdini. ve acaba daha neler yaptı diye merak etmeli. ben olsam ederdim. benimle beraber olduğu dönemlere de denk geliyor bu ilişki muhtemelen, ama ben sinir yapmadım. şaşırmadım işte. kıza üzüldüm sadece. kızıyorlar çükü olan hiçbir varlığa güvenme diyince. ama ben benimle yatmak için yapmadığı kalmayan erkeğin yanımda nişanlısıyla oturabildiğini gördüm. sanal seks yapıp kız arkadaşını aldatmak erkeklerin yapmaktan gocunacağı bir şey değil bence.

şu an da deli gibi yağmur yağıyor. tıpkı yukarda bahsi geçen zatların buralardan çok uzak memleketlerindeki gibi. yaz günü yağmur oralar için normal olabilir, ama buralar için değil. ben de normal değilim zaten. e kızın soyadı da 'flood'. bu yağmur sel getirse bile sel beni götürmez. iti' ye de dün dediğim gibi nelerle uğraşıyorum yarabbim..

28 Haziran 2010 Pazartesi

iki tane birbirinden bağımsız oğlanı tek yazıda bir araya getirmece

şimdi iki tane oğlan var gündemimde. bütün astrologlara inat, biri yay burcu diğeri kova. ikisinin de benim gibi bi capricornette ile sittin sene işi olamaz der üstatlar. ama bütün astrologlara inat, benim canım genetrix'im kova, iti'm ise yaydır. zaten oğlanların özellikleri de dikkat ettim bu arkadaşlarla şaşırtıcı bi şekilde paralel ilerliyor.
şimdi eskiden bu genetrix kovası fırlamanın allahıydı. artık emekli oldu, peygamberlik yapıp bilgilerini yeni nesillere aktarıyor yani. yani ilişki insanı oldu diyelim. ilişkide de kırdığı cevizler var tabi şanına yakışır şekilde ama genel havası ilişki. kova oğlanıyla da benim olayım öyle zannediyorum. çocukta fırlama havası var ama genel ortam buram buram ilişki kokuyor. elimi tuttu ve bütün haftasonunu beraber geçirmiş olmamıza rağmen henüz öpüşmedik bile. hadi ben de biraz canı istesin diye bekledim ama normalde bu işin bitmesi lazımdı. sıkıntı verici ve düşündürücü..
iti ise erkeklerle yatmaz bi kişiliktir. bir duru vardır. pek çok erkekle zaman zaman flört etmiş olsa da bunlar pek istediği gibi uzun soluklu bir ilişki moduna geçmez. gösterir vermez bi insandır yani. minimal uyulması gereken kuralları vardır. bu yay oğlanı da bana aynen öyle yaptı, gösterdi vermedi. flört etti, bende libidoyu tavana vurdurdu, sonra da şımardı. olan bana ve hormonlarıma oldu. duygularımla oynadı adi adam..

sex hayatım farklı kulvarlarda ilerliyor sayın seyirciler, bakalım galibi kim olacak.

isyankar!

blog sayemde kendini kaybetti ve kırık kalpler durağına döndü bu ne be?! 've artık ben yoktum' tarzı cümleler yazıp sonuna da üç nokta koysak bi de tam olucak..ben darladım sn genetrix, sizi bilmem. yaralı staylaa'nın aklımı ve bu bıloğu yeterince meşgul etmesine izin verdim sanırım. artık aşıyorum bunları müsadenizle.

18 Haziran 2010 Cuma

erkeklerden herşeyi bekleyin. ama yine de çok şey beklemeyin.

16 Haziran 2010 Çarşamba

china by tori amos

China
All the way to New York
I can feel the distance getting close
You're right next to me
But I need an airplane
I can feel the distance as you breathe

Sometimes I think you want me to touch you
How can I when you build a Great Wall around you
In your eyes I saw a future together
You just look away in the distance

China decorates our table
Funny how the cracks don't seem to show
Pour the wine dear
You say we'll take a holiday
But we never can agree on where to go

Sometimes I think you want me to touch you
How can I when you build a Great Wall around you
In your eyes I saw a future together
You just look away in the distance

China all the way to New York
Maybe you got lost in Mexico
You're right next to me
I think that you can hear me
Funny how the distance learns to grow

Sometimes I think you want me to touch you
How can I when you build a great WALL around you
I can feel the distance
I can feel the distance
I can feel the distance getting close

12 Haziran 2010 Cumartesi

ikişiir

-I-
Sahip olamadıklarımı hatırlatıyosun bana
Ve her telefonu kapattığında o an seni tekrar arama isteğiyle yaşanan meydan muhaberelerini
Kazanırdım ama, derlerki savaşta kazanan olmaz

Sahip olamadıklarımı hatırlatıyosun bana
Ar damarın var mesela, henüz çatlamamış.
Hissinden, düşüncenden baskın, ayıp lafını söyletmeye alışık.
Fazlaca eksik, biraz da ezik kaldığım yanında

Senin aksine ben 'aşkta ve savaşta herşey mübah' düsturuyla
Bütün seviyemi düşürüp saldırabilirim top tüfek
Yünü yorganı yakabilirim
Birini elde etmenin dilde kıvranmadan en basitçesi bayağılaşabilirim bile
Herşey dahil, her zaman en ucuz satış yoluydu ya.

Şimdi en iyi arkadaşım doğduğu şehre geri dönse,
ki diğeri yılın çoğunda burda değil.
Hayatımın aşkıyla bir kere bile yanyana gelemedim.
Sonra da sen gittin zaten.
'İçin parçalanıyo dimi benimle konuşunca, özlüyosun beni' dedin gülerek.
Sen gidince oldu o dedim ben de.
İçimden.
Gülücüksüz.
Bilmiyosunki ben ne gevrek zamanları katılaşarak geçirdim o ruh haliyle.
İki insanın birbirine söyleyecek hiç mi güzel lafı olmaz diye acınırken
Bir daha sorarsan, neyi özledin dersen,
Viski tadını derim
Anlarsın.


-II (Yüzleşme)-
Sen kaç gün yoktun,
Ben kaç gün eve dönüş yolunda ittire ittire hatırladım olmadığını
bilemem ama,
zalimce güzeldi yokluğun
sabahları zordu en çok ve buz gibi öğle sıkıntıları doldurdu günleri
şimdi hem sana kaçmak isteyip, aynı anda da senden kaçmak istiyorum aklımca
arkandan bakmak yerimde saymak demekti belki, umursamadım
seni sevdiğimi ise resminin içinde yalnızca bir omuz olduğumu görünce anladım
ve damarlarımın adın şeklinde kas aralarına yerleşmiş olduğunu uzuvlarımın
portre sessizliğimin gözlerinde hep sevdiklerimin gitmesi durur,
ruhum torbasının içinde bir cesede dönecek gibi debelenir,
mutluluk hep arada kaynar.
gitmenin yangını sönünce ettiğin bir laf yanmadan kaldı küllerin arasında
ne cürretle aksini düşünebilirim ki
eminim olacaklardan, bir avuca bakıp geleceği gören falcının rahatlığıyla.
dünyanın bütün denizleri bağlıdır birbirine, seninle ben de öyleyiz belki
suyun ayrılığı olmaz ama
bazı aşklar boğulur gider kendi derinliğinde,
ve bazen de eller kesmez dünyasız can yanmalarını

yüzleşmek, kendime söyleyemezken sensiz sakat olduğumu,
sana söylemek mi?

bir senenin anatomisi

hafızamdan nefret ediyorum. herşeyi en küçük detayına kadar hatırlamaktan.
geçen sene bugün ilk defa evine geldim. seninle görüşmek bile istemezken bir anda bi kıvılcım parlamıştı aramızda. dilindeki viski tadını ilk defa bugün tattım. gideceğini de bana ilk defa bugün söyledin. çok şaşırmıştım, ama kafama takmamıştım. abim telefonla arayıp ön sevişmemizi ilk defa mahvetmişti, sonra bir kaç kere daha yaptı. bu sebepten abime kılsındır hala. sonra seviştik. viski tadı gibi mutfak tezgahı da aramızda markalaştı. hiç sevgilin olmayı düşlemedim. gidecektin ve ben hayatıma devam edecektim, zaten beni bir daha aramazdın, arada selam yollardın belki filan, lafın geçerdi, hepsi oydu.
sonra gittin. son gecemizde sokağın ortasında seninle sevişmek isteyecek kadar deli olan bana seviştikten sonra 'biz arkadaşız' dedin. yattığım erkeklerle arkadaş olmam halbuki ben. ya yatıyorumdur, ya arkadaşımdır, ya da hadi çok zorladık sevgilimdir. neden böyle bişe söyledin anlamadım, beni arada bir başka kızlarla karıştırırsın zaten, halbuki yapabileceğin en büyük hataydı bu.
sonra gittin. ve ben her zamanki gibi vahşi ormanın vahşi kedisiydim, pençeli ve saldırgan. bu şehirden gidince hayatımdan da gittin sandım.
beni aradın gittiğin yerden. işte o zaman bana biz arkadaşız demenin nedenini anladım. arkadaştık çünkü. 'friends with benefits'dik 'fuckbody' değil. yani sence öyleydik. aradaki çizgi benim için burda karışmaya başladı sanıyorum. ilk defa şiir yazmıştım seni ve bir gündoğumunu düşünürken.
bu arada hayatına devam eden tarafı benliğimin başkasıyla görüşmeye başlamıştı bile. iki kez o aradı sanarken sen aramıştın. yok artık demiştim, ordan bile işleri karıştırıyodun. ama biz arkadaştık ve benliğimin o tarafı ormanın kralıydı, vahşi kedisi değil.

gittiğinde seninle görüşmeyi bırakmam lazımdı. dünyanın kendine en çok güvenen insanı benim bile bir sınırı vardı: senin gibi bir erkekle, benim gibi bi kızın bir şansım olamazdı. ablan söylemişti bunu ilk defa. yani senin nasıl kızlarla beraber olduğunu. içim ezilmişti. bizim hikaye great gatsby' di, ben gatsby sen daisy'din sadece. buffy'nin spike'a 'you are beneath me' demesiydi. ne cürretti aksinin olması. ben de arkadaşın olmayı sevdim sonra. razı olmakla karışık.

sonra geldin. benim yüzümden geçirdiğin uykusuz geceleri anlattın bana, her konuşmamızdan sonra nasıl beni istediğini. seviştik. aramızda duygusal bi şeyler mi var ben seni arkadaşım olarak seviyorum dedin, senin için french maid dress alacak kadar deli olan bana. neden bana böyle bişe söyledin anlamadım ama sen beni yine başka kızlarla karıştırdın. belki de içimdeki kırılganlık suratımda aynen yansıyordu, suratımı öptüğünde farketmiş olabilirdin. sana hissettiklerimi söyleyemediğim gün, erkek gibi hissettim kendimi. üzerimde süeterim ve erkek kesim pantolonumla. benden geçti artık dedim.

bir sene sonra bugün seninle konuşmuyoruz. aptal bi kavga ettik çünkü. kolitimin azıp hastanelik olmamı da geçiyorum, barışırız elbet. ben kendimi dağlamaya ilk sevişmemizin üzerinden bir yıl geçtiğinde de devam edeceğim. ne hissettiğini anlatmıyosun hiç demiştin ya sevgili iti, ne hissettiğimin bi önemi yokki anlatayım. düşünmüyorum bunları. bekliyorum sadece. onun kız arkadaşı olacağı günü bekliyorum. zaten benim olmayacağını hep biliyordum, bi de canlı kanıtını göreceğim günü. ve ben dayanmak zorundayım öyle günlere, neden çünkü arkadaşız. ve severiz birbirimizi. arkadaşça.

ben seni unutayımda, insan ilk yattığı erkeği nasıl unutur onu bilmiyorum.

10 Haziran 2010 Perşembe

SATC chicks bu cuma kavuşur

kankilicious ben de seni özledim. iti' yi de özledim. ama en çok seni özledim. cuma günü sex and the city'i izlerken, sex and the city tandanslı hayatlarımızı da gözden geçiririz.



get your manolo blahnik pairs ready!

kavga

kavga ettik. içim kıyık ve yırtık. ortada bir neden yokken kavga ettik hemde. sırf ikimizin de artisliğinden ve boyun eğmeyeşinden. aptal inadından ve gururundan. en son ettiğim laf 'bu götü kalkıklıklarını al bi tarafına sok keza kimsenin umurunda değil' oldu. söylediklerimin arkasındayım ve haklıyım. bir erkeğin çükünü kaldırın aman diyim götünü değil. (allahım şu an bile kavga ediyorum, daha soğumadı). ben sildim mi tam siliciyim, o kızdı mı kin tutucu. kavga eden biri değildir halbuki, ben de değilimdir. ama itiye laf edince kızdım. yardırdıkça yardırdık, uzatma dedikçe laf soktu. en sonunda da küfrü yedi.

ablası beni düğününe davet etti gün içerisinde, asıl ona gerilmiştim. sonra dedim ki müthiş eğlenebiliriz, iti o ben. iti'yle konuştum hatta, saçmalama ne gerilmesi takılırız demişti. biz gırtlak gırtlağa kavga ederken ablası beni kına gecesine de davet etti. sonra nikah şekeri konusunda yardımcı oldum. napıyorum ben lan dedim bi ara, elimdeki telefon defterini fırlattım. dramatic irony konusunda hayatımı yazsa sophocles oedipus' den daha ünlü olurdum, potansiyelim var. oedipus complex değil capricornette complex diye bi hastalık olabilirdi: ağır çelişkili insan hastalığı. daha sonrasında deli gibi flört ettiğim başka bir adamla yaptığım son derece belden aşağı geçen başarılı konuşma bile beni kesmedi. bütün gece de uyumadım.

bir buçuk sene önce itiye beni bununla bi daha görüştürme demiştim. bir sene önce bugünlerde beni evine davet etmişti, bir sene sonra, ilk defa içinde seks geçmeyen bi konuşma yaptık. ve ilk defa kavga ettik. kutlu olsun.

8 Haziran 2010 Salı

ya da

ya da kaçıp gidebilirsin
ya da vurabilirsin kuşları
ya da bir bakışınla yağmur yağdırabilirsin boğulurcasına
ya da arkadaş olabilirsin ama bir hayal kahramanıyla
ya da ülkeler kurtarırsın, çocuksuz ülkeler
bir dalda eriksiz ağaç olursun ya da
ya da kara kömür kalırsın elmasa dönüşmeyi beklerken
ya da bir tesadüfe aşık olursun, bütün ömrünü kirletir
ya da uçarsın gökyüzünün çatı katına ve
dünyanın bütün renkleri bulanık görünür tepeden

ya da kalırsın