29 Eylül 2012 Cumartesi

aşkım hani, sen beni bıraktın ya, tamam ben ayrılmış olabilirim senden ama sen beni bıraktın ya hani, ben o gün bugundur ileri derecede hani o hep eleştirdiğim için artık görüşmediğim bir arkadaşım vardı ya hani işte heh aynı onun gibi oldum bir kezban da diyebilir kimileri buna, hakkımda hayırlısı. bir kere tüm kaynaklarımı kısıtladım ya hani, ilgisizlikten ölüyorum bu beni mutsuz ediyor ve bu mutsuzluk surekli negatif enerji yayıp her seyi eleştirmekte can buluyor. herkes benden uzaklasıyor bu durumda. hiç bir erkek kalmadı cevremde. olanları da kaçırıyorum. o kadar tatminsizim ki o kadar olur. oldum mu en korktugum sey simdi; oldum mu ben de bir kezban? azına sıcayım senin. hep senin yuzunden.

23 Eylül 2012 Pazar

Selam, kimse yok mu?

Selam, kimse yok mu?
Ben kadın.
Yalnız kadın.

Geri döndüm.
Önce, bi umut, belki bu sefer diye diye sana geri döndüm.
Olmadı.
Sonra, sensizliğe ve uzun süredir hayatımdan çıkartmış olduğum cinselliğe.
Olmadı.
Şimdi, evinde yalnızlıktan her Pazar akşamı ağlayan bir kadına dönüştüm.
Hayatta hiç büyük konuşmamak gerekirmiş.
Kendini de bir halt sanmamak, egoya yenilmemek gerekirmiş.

Yaşlanıyorum ben.
Büyüyorum en sonunda.

Özlemiyor muyum sanıyorsun, seninle mi kalacağız, yoksa sürüne sürüne evime mi gideceğim sorusunun tek derdim olduğu günlerimizi?
Elbette özlüyorum. Her şeyinle seni özlüyorum. Günüm, gecemdin.

Ama başka da mesela; lisedeki aşkımı özlüyorum. Sağlığını ve dolayısıyla her şeyini kaybetti o. Bugün bir film izledim, onun önerdiği. Sonra, ağladım saatlerce. Yapayalnız.

En uzun yıllar boyunca sevgilim olan ve beni aslında şuncacık hayatımda tek kaldırabilen adamı da özlüyorum. Yüzüğü buldum bana aldığı ve bir tekini de kendisinin taktığı. Öyle özlüyorum ki; yüzüğü işaret parmağıma taktım. Eskiden mesela sağ elimin yüzük parmağına takardım.

Sonra, aslında seninle bu hallere gelmemize sebep olan en önemli faktorlerden birini özledim. Asla ulaşamadığım o tatlı dilli kadın düşkünü adamı. Egomu şu hayatta ilk kez yerle yeksan eden adamı. Ben çılgıncasına aşık olmuşken ona, beni istemeyen adamı. Öyle benimle bir ay falan düşüp kalkan, benim hayatta ilk kez kıskandığım adamı.

Ve mesela o ilk aşkımı. Asla birbirimizle zamanlamalarımızın tutmadığı. Hep birbirimizi takip etmek ya da kovalamak zorunda kaldığımız zamanları. Ve askerliğini. Keşke gitmeseydi dediğim o iğrenç zaman dilimi. Yok o zaman dilimini özlemiyorum, meraklanma.

Hem ben o öncelikle en yakın arkadaşlarımdan biri haline gelen o hayatta tanıdıgım en karakterli insanlardan biri olan ama her sarhoşluğumuzda çılgın gibi seviştiğim adamı da çok özlüyorum.

Hepsinden bugün bahsettik.

Hepinizi andım. Kulaklarınızı ve penis boylarınızı çınlattım.

Ya, sevgilim, son sevgilim, ömrümü adamak istediğim. Seni düşünmem değildi seni özel yapan. Bugün anladım ki; sığırmışsın sen de.

Geçenlerde bir CV yapmışım ki, akıllara zarar. Bir de cover letter yazdım ki, uf! Görünce onu bana bir test yollamışlar. Testi de yaptım, 36 saat aldı yapması. Zaten 48 saat müsaade etmişlerdi, ben hemen yolladım erkenden.

Şaka maka, sen ne yapacaksın şimdi bensiz?

Ben mesela hob, olsun diye her Pazar akşamı evde yalnız başıma ağlıyorum. Hıçkırıklarım duvarlara çarpıyor. Sonra sekip bir de bana çarpıyor.

Misal iki kişiyle tanıştırdılar beni. Biri kinkong biri de gırtlaktan şiveli konuşuyor. Biliyorsun ben senin gibi bir salon erkeğine çok alıştım yıllardır. Normal yurdum insanı bana olmuyor, sakil duruyor. Görüşmedim bir daha onlarla. Hem zaten ben çok mutsuz bi kadınım sayende; etrafa negatif enerji saçıyorum sürekli. Tanıştığım insanlar da beni istemiyorlar.

Kim ne yapsın mendeburun tekini.

Ne diyordum, dalmışım... Sevgilim, sana sevgilim demeyeli ne çok olmuş. Özlemişim. İçimden taşa taşa sevgilim demenin keyfini özlemişim. Peki de bu yalnızlığı ne yapacağız?

Geçer mi, ne dersin?

29 Ağustos 2012 Çarşamba

total eclipse of the heart' dan your girl is lovely Hubbell' a

Acaba bir senedir evli bi adamla yatıp kalkıyorum diye mi aşık olduğum erkek başkasıyla evleniyor?

bu giriş cümlesinden sonra bir şey yazmaya gerek var mı emin olamadım. ama belki olanlar bir senedir yediğim her haltın bir sonucudur ve belki evrenin garip bir intikam seviciliği vardır, ve ne eksek onu biçiyoruzdur. şahsen ben ne ektiysem bana girdi biraz.

1 ocak sabahıydı. onun şehrindeydim yılbaşında sabah artık bana gaz odası gibi gelen otel odalarının birinde uyanmıştım. aşırı akşamdan kalmaydım, kahvaltı için buluşma saatini beklerken bonnie tyler total eclipse of the heart çalmaya başladı kafamda. yatakta açtım dinledim. sonra o akşam onunla beraber olacağımız geldi aklıma. neden bu hüzüntülü şarkıyı dinliyorum diye düşündüm bi anlamı yoktu. üstüste güzel iki gece geçirecektim, ne alakaydı. sonra anlamlanacağını bilmeden.

ve evet aynı yatakta ilk defa seviştik o gece. tek stediğim 15 gün kalacağım ve iş sebebiyle sık sık geleceğim bi şehirde biriyle beraber olmaktı. yine olmayacak bi adamla seviştiğimi belirtmeye gerek yok sanıyorum. ama o 1 ocak gecesi bir şey oldu. nooldu nasıl oldu bilmiyorum. hiç sevişirken birine aşık olmamıştım. bu ne ya dedi. bu nasıl bi ten uyumu. o ana kadar ten uyumu diye bi kavram yoktu literatürümde. sanki yıllardır sevişiyomuşuz gibi, sanki hep berabermişiz gibi. aylardır hiç bir hissiyatta bezi olmayan bünyem bunu kabul edemedi tabi. kendi eşşekliklerimin farkındayım ve kalbini kırdığımı da biliyorum. eşşekliklerime gerek olmadan da zaten birbirimize güvenip bel bağlamazdık muhtemelen. ama bunlar oldu ve ne hissettiysek hissettik işte.

15 günün ardından ben şehrime dönerken havaalanında tek bir şarkı dinliyordum, the way we were. your girl is hubbell denen filmin müziği yani. yine daha sonra anlamlanacağını bilmiyerek. döndüm. o da döndü. alışkın olduğumuz ve tanımadığımız yeni bedenlere.

temmuz ayında bir gün onun şehrindeydim yine bu sefer tatil için. elimde koca valizim, yüzümde seni göreceğim için koca bir gülümseme, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü. yolculuğumun kaçıncı saatiydi hatırlamıyorum. beni alması için, onu görmek için yanına giderken, bana nişanlısıysa mobilya seçtiğini, evlilik hazırlıkları içinde olduğunu whatsapp' dan yazarak söyleme gereği duydu. sonrası biraz buğulu. yabancı bir şehrin otogarında ağlamaktan yüzüm gözüm kıpkırmızı, elimde koca valizim, üzerimde bikiniler ve güneş gözlüğü 7 aydır hayatta en çok istediğim şeyin onu görmek olduğunu söyledim. kızma bana dedi. sen bana na zaman beni seviyomuşşun gibi davrandın ki, nerden anlamamı bekledin bunu dedi. daha önce hiç sikilip atılmamıştım. böyle bir duyguymuş demekki. haklıydı. galipti. şaşkındım. dünya ve güneş sistemindeki gezegenler başıma yıkılmış olabilirdi. annemi aramak anlatmak filan istedim. küçüktüm, çaresizdim ve yangındım. gururum kırılmıştı. elimde bir bavulla, onu görmeye giderken evleneceğini öğreniyor olma durumunu da bünyem kolay kabullenemedi.

ve ben hiç bu kadar yanlız hissetmemiştim kendimi. birine sarılmak istiyorum hayatımda ilk defa herhangi birine. ağlayamıyorum. sevişmek de farketmiyor, birilerine anlatmak da. her türlü boşalmak iyi gelmiyor.

bir daha benimle ilgili hiç bir şey eskisi gibi olmayacak gibi, sadece kemik ve derilerim kalmış gibi, vazgeçmişim gibi. elektrik çarpmış, içim de bi yerlerde şimşek çakmış gibi. daha önce de içimdekileri alıp götürmüşlerdi ama bu sefer bir daha hiç yerine gelmeyecekmiş gibi.

yarın evleniyor. ben de dün giriş cümlemde belirttiğim evli erkekle beraberdim. ama bi gün neden sevgilin yok diye sormuştu. daha önce kimsenin sorması bu kadar acıtmamıştı. hiç özlediğin biri de mi yok demişti. seni demek istemiştim. seni özliycem muhtemelen dedim. o da sanırım ben de dedi. işte bu yüzden sevgilim yok. muhtemelenlerle karışık sanırımlı sanrılarım olduğu için, misal yattığım erkek bile evli olduğu ve sen evlendiğin için.

12 Haziran 2012 Salı

I' ll go back to black

2 hafta aynı şehirdeydik ve sen birbirimizi göremeden geri döndüğünden beri, ben de hiç bir şey hissetmemeye geri döndüm. acılar insanı olgunlaştırır diyolar, ben acıları olgunlaştırıp, olgunlukları da acılaştırıyorum. çok aşık olduğum da oldu ama saçma sapan hayatımda ne olsaydı da bi anlam olurdu diye düşündüğümde aklıma sen geliyosun. ve ayrıldığımız günden beri en çok istediğim şey seni tekrar görmek. sanki sana tekrar sarılınca herşey daha iyi olacak gibi. sarılmasak, yanyana bile dursak ve kolun koluma değse bir kaç gece uykularım kaçmayacak gibi. ve daha önce hiç böyle bişey olmamıştı.

yakın zamanda yine sevgilin olacak. belki yine nişanlanacaksın. ve benim içim kıyılacak. ne sana ne de başkasına bişe söylemeyip, geçsin diye bekleyeceğim. ve bir sürü kendini kaybetmişlik tecrübe edeceğim.

5 Haziran 2012 Salı

madonna gibiyim

madonna gibiyim. hayatımın 'erotica' ve 'bedtime stories' evresinde. bunların ardından günah çıkarma amaçlı bir 'something to remember' gelir mi, bilinmez..

11 Mayıs 2012 Cuma

we found love in a hopeless place part II

insan yalnız olduğunu ne zaman anlar biliyo musun? bi otel odasında tek başına ağladığında. bi otel odasında tek başınıza ağlıyosanız yalnızsınızdır.
bi otel odasında tek başına içiyosanız da yanlızsınızdır.
bu iki eylemi farklı zamanlarda aynı sebepten yaptıysanız, ve şu anda bu iki eylemi aynı anda, aynı sebepten yapıyorsanız boku yemişsinizdir.

galiba en kötüsü telefonun insanın allahı olması.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

we found love in a hopeless place

ben sana iyi davransam da, kötü davransam da, sen bana iyi davransan da, kötü davransan da ve bunları yorumlarken ikiyle çarpsak da, sonunda hep abuk sabuk bir yerde öpüşürken bulduk kendimizi.

keşke yine öyle olsa.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

seni tekrar görünce dünyanın sonunun geleceğini sanıyordum. bunca zaman sonra seni görmeyi bırak, görme fikrinin ve seninle oturup konuşma halinin genzime kaçacağını. ağız burun yamulacağımı. mahvolurum sanıyordum. olmadım. ben artık başkasına mahvoluyorum. kaçırdın.

13 Nisan 2012 Cuma

lenny kravitz - again

aslında bu sefer iş değiştirirken sektörü de değiştirecektim. o kadar şişmiş, darlamış, boğazımı kemerle sıkıyorlar gibi nefessiz kalmış hissediyordum kendimi. ama sonra bırakmadım. başka türlü seni nasıl görebilirim ki.

12 Mart 2012 Pazartesi

Bir kaç gün, iki kadın, iki adam.

İki kadın bir kaç içki içelim der; çıkarlar Beyoğlu'na o akşam bihaber bey oğullarıyla tanışacaklarından.
Gezerler, ufak tefek alınacakları vardır, hallederler ve hani o hep çok sevdikleri küçük köhne puba gider, bara kurulurlar.
Doludur malum mekan; haftasonu olduğu ve müdavimi çok olduğu için, ama severler bizimkileri, kızkıza gittikleri tek yer gibidir orası, hiç aldatmadıkları sevgilileri gibidir o mekan, başka yerde kırmazlar cevizlerini, başka yerde dökmezler içlerini, o pubın kapısında öpüşmesi de ayrı bir keyiftir hep zaten; hemencecik kuruluverirler bar taburelerine ve başlarlar alkollü muhabbete.
Kadındır. İçtikçe güzelleşir. Serde bir başkaldırı ve devrim rüzgarı her daim mevcuttur.
Kadınlardan birinin - koca popolu olanın hani, eski bir arkadaşı gelir yanlarına, saat geceyarısına yaklaşmışken. Diğer kadın - kocaman gözlü olan hani, gelen adam ile ilgilenirken, koca popolu muzır kadın kendini bir an soyutlar dünyadan. Ve başlar bilinçaltı işlemeye ince ince.

Mekana ilk girdiklerinde, yer yokken daha, bara oturmak istemişti o. Barda bir çocuk. Çelimsiz, kadının boylarında, pespaye, çirkinin sevimlisi suratlı. Müdavimlerdi ya hani, hemen bara oturup, en sevdikleri içkilerini söyleyip, başladılar yudumlamaya. Bir süre sonra o geldi, barın içinde duran, çelimsiz çocuk hani.
"İyi misiniz?" dedi, "Var mı bir isteğiniz?"
Munis sorulduğu izlenimi verilen soru bir meydan okuma idi aslına bakarsan. Ne medeni cesaret toplaması gerekmiş o soruyu bize sormak için, kim bilirmiş...
"Yok." dedi kadınlar. "Teşekkürler, iyiyiz böyle."
Halbuki hiç de iyi değillerdi. Kalpleri kırık, ruhları çökmüş, içleri geçmiş, bedenleri küflenmiş gibiydiler.
Ve çocuk köşesine geri gitti. Bilgisayarının başına geçti, mekanın müziklerini yapmaya devam etti. DJ filan gibi bir şeydi herhalde, barmen de olabilir, neyse çalışıyordu işte müdavimi oldugu barda, ve ilk kez görüyordu kadın onu. O da kadını keza.

Gecenin sonunda mekan boşaldıkça boşaldı. İlikleri kuruyana kadar gitti herkesler, bizimkiler kaldı. Kadın, kalktı bar taburesinden, kafası çok güzeldi, çok. Yürüdü bir kaç adım. Ömründe yattığı erkek sayısı "henüz" 30'a yakın bir kadın olmasına rağmen, o attığı çekimser, tutuk, ikilemli adımları tüm sarhoşluğunun yarattığı yapay medeni cesaretle atabildi. O köşesinde müzikler çalmaya devam ediyordu. Birbirlerine bakıp gülümsemişlerdi; kadının götü o yüzden de yedi biraz da aslına bakarsan. Ve gitti. Tarihin en "epic fail" tanışmasını gerçekleştirmek için gitti. Ve bahaneyle bir kaç şarkı istedi, çalar mısın diye kedi gibi bakarak sarhoş gözleriyle. Ve sordu: Sigara içiyor musun? Aldığı cevap basitti: Evet. (Ve bir küçük gülümseme.) Kadın elinde yanan sigarasını uzattı dudaklarına çocuğun. Çocuk utandı. Çok phallic bir andı.
"Benimki yanıyor, orada." Belliydi utandığı, ama reddediliyordu kadın en nihayetinde.
"Hmm, peki." Yüzyıllık ayarını almış ve yarattığı tüm fake medeni cesareti yerle yeksan olmuş bir kadın olarak bar taburesine geri döndü kadın.

Ertesi sabah ayılınca ve kendisine yaptıgı anlatılınca anlayacaktı ne sacma bir şeydi cocuga sigaranı uzatmak.

Sonra kadın taburesindeyken ve çocuk köşesinde barın geldiler gözgöze ve gülümsemeleri alkolik kahkahalarla süslendi uzun sürmüş ama saniyelik hissedilmiş yetmeyen hissiyatlarla.

Sonra kadının hatırladıgı kare, yine şarkı istemeye gidecek kadar adamı zorlayacak olmasıydı. Bu sefer teknolojiyi phallic symbol olarak kullandı ve cep telefonunu koydu barın üzerine. Her saniyesi tehdit kokuyordu hareketlerinin. Köşesine sıkışmış bir çocuktu o; önce ağzına sigara uzatılan; sonra önüne cep telefonu sürülen. Ve maskülen ittiriişlerle galip numarayı almakla kadın oldu. Ve ancak, son düzlükte yedi bir çalım çünkü çocuk kadının telefonuna numarasını yazdıktan sonra hemen vermedi; kendi kendisine bir çağrı bıraktı. Sonra izin verdi kadının numarayı keydetmesi için telefonunu geri almasına. Çocuk zekiydi. Sarhoş olması engel değildi. Kadın beğendi, gitti, aldı. Çocuk kafasını kullandı. Kadına gol atmıştı bile.

Kadın çocuğun sigarasını yaktı.
Çocuk "Sana bir yemek borcum oldu şimdi." dedi.
Kadın "Pahalıya patlar."
Çocuk "Sen ne iş yapıyorsun ki?"
Kadın mesleğini söyledi.
Çocuk "Hmm, şimdi anlaşıldı bana niye pahalıya patlayacağı.
Kadın "Peki sen?"
Çocuk "Şarkıcıyım."
Sonra güldüler. İkisi de birbirini ciddiye almadı zaten.

Öylesi sarhoştu ki kadın, hep beraber çıkıp mekanı kapasalar dahi hatırlamamış ve çocuga sabahın 5inde mekanın hala acık olup olmadıgını sormak için mesaj bile atmıştı. Ertesi sabah telefonunda görünce yine utanacaktı, ama asıl utanmayı mekanı beraber kapattıkları gerçeğine ragmen mekan hala acık mı diye sormasına bağlı unutkanlığı ya da sarhoşluğu yüzüne vurulunca yaşayacaktı.

Kadınlar eve gittiler. Kadının eski dostlarından olup da o gece gelip, kocaman gozlu kadınla yakınlaşan adam kadınları evlerine bırakmıstı. Kadınlar evlerinde uyudular ve evlerinde uyandılar ve yalnız uyudular.

Ertesi sabah mesajlar atıldı. Çocuk kadına "Mesajı çok sabah gördüm, pardon." diyen. Sonra kadın bir mesaj attı, sonra o gün kadının işi var mıydı? onra ayılmaya çalışmak harici işi yoktu kadının ayyuka çıktı. Ve sonra buluştular saat 4'te meydanda. Trajiromantik ilk buluşmaları gezegenlerin dizilişinin birbirlerine karşı daha 24 saat dolmadan hissetikleri çekimser çekim ile ters açı yapmış ve tarihin en epic fail tanışmasına müteakip tarihin en epic fail first date'i yaşanmıştı.

Buluşmadan evvel iki kadın arasında geçen muhabbetlerde kadının buluşacağı çocugun, henüz çocuk yasta olabilecegi hakkında en seviyesiz konuşmalar yaşandı. Çok küçük gösteriyordu zira. Kesin daha 20 yaşındaydı; liseyi bitirmiş, yetenek sınavlarına hazırlanıyor filandı kesin... 90'lıdan büyükse gidip koca gözlü kadının yüzüne tükürsündü koca popolu kadın... Ve kadının buluşunca ilk sorusu kaç yaşındasın oldu çocuğa; aldığı cevap ise 29'du. Artık bir kadın ve bir adam yürüyorlardı yolda.

Beyoğlu'nu aşağı doğru yürürlerken yanyana, kadın çeşitli komik hikayeleri anlattı gelmeden evvel kocaman gözlü arkadaşıyla evde yaptıkları muhabbetten kesit kesit ama kibarca. Zira çok bel altıydı, çok haramdı, çok yanlıştı o muhabbetler; ki karşısında bir adam vardı; çocuk mu kandırıyordu? Yürüdüler, Ara Kafe full çekmişti. Yürüdüler, House Cafe'de tek bir masa boştu ve beğenmediler; halbuki adam içeri girdiğinde en sempatik masanızı rica edebilir miyiz demişti. Adam rüya gibiydi. Leblon'a gittiler; boştu. Oturdular ve iki saat boyunca durmaksızın konuşup anlattılar. Kadın hakikaten ........, adamsa hakikaten müzisyendi. Ciddiye aldılar bu sefer zaten. Ayık kafayla; bir gece önceki hareketlerden utana sıkıla konuştular nefessiz kalasıya. Yemek yiyorlardı ki kadının yediği tavuk çiğ çıktı. Adam kadına bir yemek ısmarlamak istemişti, o da çiğ çıkmıştı, elinde olmayan bir kusurdan utandı adam ve kadın gülümsedi, uğruna çiğ tavuk yediği adamın munis ve utangaç suratına. Ve sonra kalktılar Leblon'dan, yürüdüler, ve kadın inanamıyordu nasıl olabilirdi bunca tesadüf. Adam da çok kahveci bir insan değildi, kadın gibiydi, kahve içmeye gider bambaşka şeyler içerdi. Hadi dediler madem öyle, yolda yürürken sevdiğimiz bir şeyler içelim, girdiler bir Starbucks'a. Kadın dönüp dedi ki; henüz her şeyin sorunsuz ilerlediği ilk yer burası. Ara Cafe, House Cafe, Leblon, hepsinde bir sorun olmuştu ya; henüz Starbucks'ta bir sorun çıkmamıştı, ki özellikle "henüz" demişti kadın. Sıra onlara geldi, siparişlerini vermek istediler, ama ne yazık ki istedikleri içecekten yoktu. Al işte dediler, birbirlerine bakıp daha da şaşırdılar, biraz sonra kafalarına meteor filan düşmeliydi, kimse de cenabet filan değildi halbuki. Güldüler, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak.
Yürüdüler Beyoğlu'nda. Kadının kıçına kalabalıkta biri bir pandik attı hatta. Daha beter ne olabilirdi ki? Lanet üzerlerindeydi resmen. Ve ayrılık anı geldi çattı. Metronun onunde, elini öptü adam kadının. Kadının kalbini öpmüş gibiydi halbuki. Kadın ayakları yere basmadan indi merdivenlerinden metronun. Kimbilir bir daha ne zaman görüşeceklerdi, ayrılık anları hep zaten böyle garipti, ikinci görüşme için hemen şimdi söz alınmalı mıydı, yoksa çok mu ısrarcı görünülürdü, yoksa ne yapılsındı... Bilemiyorlardı... Kadın evine gitti. Çok mutluydu. İlk görüşte aşık olmuştu. Kimbilir ne zamana kadar misafir edecekti bu adamı kalbinde, bilmesindi, bilse de ne olacaktı ki? Hoşgelmişti aşk, bir kere daha. Kalsaydı biraz, hemen gitmesindi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Artık yıl.

Şu anda 4. yaşını kutladığı bir çocuğu olan bir anne olabilirdim.
Bir de 2008 senesi artık yıldı zira ve
2007'nin iki yarısı vardı, biri cennet biri cehennem addedilebilecek.
O zamandan beri her an ve her zaman durağan.
Mesela benim kalbim hep 22 yaşında.

21 Şubat 2012 Salı

Eksperimental

Sevgili sevgilimle deneyemediğim, hatta sormaya bile cesaret edemediğim, ama denemek istediğim bi dolu şey var. Bu hususta elim kolum bağlı olsa da, bir punduna getiremeyecek olsam da, kendime asla aldatmayacağım artık kimseleri diye söz vermiş olsam da beynimin içini durduramıyorum henüz. Meçhul suratlar ve bedenlerle düşündüklerim söz konusu. Hakkımzda hayırlısı.

16 Şubat 2012 Perşembe

Beyni yeniden kurmak

Beynimi yeniden kurmaya karar verdim.
Neden? Çünkü hatalarım oluyor; beni acıtacağını bilmeme rağmen nokta atışı yapıp yine buluyorum belayı.
Alkole karşı bir zaafiyetim var. Alkole hayır diyemiyorum. Bilinçaltımın derinliklerinden taşan şeyler alkollüyken umrumda olmasa da; alkolun etkisi geçtiginde zehir oluyor, zemberek oluyor bana. Bu kafaya gelmemin haklı haksız çeşitli sebepleri mevcut elbet. Geçmişin bana dayattıkları, geçmişten kaçmaya çalışırken aşağılara en diplere gömdüklerimin oradan çıkmaya çalışması, artık yeter dediklerimin alkolle peydah olup beni kanatması ve vicdan denen yakın arkadaşımın beni kendimden nefret etmeye, günlerdir aynalara bakamamaya zorlaması.
Kafamın içine çizmem gereken kırmızı kalın çizgiler sayesinde yazıldığım gibi okunacağım. Bunu yapmak için ilk önce ihtiyacım olan gücü kendimde bulmam lazım. Daha evvel bunu denemiştim, evet, ama bir eski sevgili istedi diye denemiştim. Adam bana çevrendeki iblislerden soyutla kendini demişti, ve ben onu çok sevdiğim için bunu yapmış, gerek cep telefonu gerek internet üzerinden ulaşılamayacak bir pozisyona çekmiştim kendimi ve iblislerin erişimine kapalıydım. Ama o ilişkinin bitmesi ile benim de arayışlarım ve cinsel açlığı olan bir kadın olmamın düşüncesiz hareketleriyle iblislere kapıları yeniden açmış bulundum. En azından bana erişebilecekleri imkanlar ortadaydı. İnternete geri dönmüş ve cep telefonumu vermiştim bu insanlara ya da bana attıkları mesajlara açtıkları telefonlara cevap vermeye başlamıştım yeniden. İlişkim yoktu ki; kime neydi...
Kafam pişmanlığa basmıyordu. Vicdan denen şeyden mahrumdum. Hayatı alabildiğine yaşamak diyordum; insanı insan yapan. Ama alabildiğine kavramım biraz sürreeldi.
Sonraları yavaş yavaş bir kafa geldi bana. Körü körüne aşık olamayacaktım yeniden, biliyordum, ama adam gibi ilişki yaşamaktı amacım. Zira hiç adam gibi bi ilişki yaşayamamıştım ki ben. Sorsalar hep uzun süreli ilişkilerin kadınıydım da; elde var sıfırdı hep benim hayat matematiğinden öğrendiğim. Elde geriye kalan ne güzel bir aşk hikayesi oldu; ne sadık bir ilişki oldu; ne karşılıklı sevgi-saygı-güven sacayağı oldu. Elimde sıfır çarpı sonsuz vardı.
Ve artık o kafanın bana gelmesiyle ilk kez, bir sevgilimi aldattığım zaman vicdan azabı içinde kavruldum, kıvrandım durdum. İlk kez hayatımda kalbim kanadı. Şangır şungur yerlere döküldü cam kırıkları içimde. Ve evet yine alkollüydüm. Sebebim sonucum yoktu; alkollüydüm ve yaptığım şey bana o an hiç de kötü gelmiyordu. Kötü hissedişleri görmezden gelmeye çalışıp, diplere ittiğim bir süre geçti. Ve geçenlerde yine yaptım aynı hatayı ben. Aldattım onu yeniden. Normalde yüzüne bakmayacağın bir adamla, seni bağlasalar durmayacağın bir yerde, kalpler kıra kıra, zerre farkında olmadıgın için umrunda olmayarak. Çok sarhoştum. Ama hatırlıyorum. Ve bu sefer geçen seferlik şaşkınlığım da yok vicdan ve azabı konusunda. Çünkü geçen seferkini ilk defa yaşadığım için hayatımda; doğruluğuna inanmamışım bile. Üstünü kumla örtmüşüm pisliğimin. Şimdi çomağın tekiyle deşeleyince çıktı karşıma. Üzerine yenisi de eklenerek.
Kendime kalın kırmızı çizgileri çekmeye önce kafamın içinde başlamaya kendime söz verdim. İradeli olup insan gibi içmeye karar verdim. Her şeyi uçlarda yaşamamaya karar verdim. Sıkılmışım ve artık üzerimde eğreti durmasından rahatsız oluyorum. Büyüyorum. Hatta yaşlanıyorum. Bir ağırlığı olmalıymış kadının ya; hakikaten öyle. Yola erken çıkmaktan sebep, normal sandıklarım, normalleştirdiklerim olmuş hayatımda yozlaşma olduğunun bilincini hiç yaratamadan zihnimde. Ama kendime uzaktan baktım. Çıktı sanki bedenimden ruhum. Günlerce uyudum da, kendimi izledim. Dışarıdan nasıl da adi, nasıl da kötü, nasıl da kokuşmuş gözüktüğümü gördüm. Gördükçe kendimden nefret ettim. Gördükçe ölesim geldi. Gördükçe pişman oldum, gördükçe azabı büyüdü vicdanımın. Ve karar verdim ki; ben o kadın değilim. İzlediğim kadın değilim. Son bir yıl içinde yaptığım bu iki hatada da gittikçe artan bir azap yaşıyorsa ruhum ve bedenim, buna dur demem lazım. Geç kalmıştım bile çoktan; geç de olsa danketti kafama. Kendimi öldürsem mi, yoksa nerelere kapatsam, nasıl atsam diye düşünürken bunların çare olmadığını görerek yeniden yapılanma sürecine girmeye karar verdim. Kendi içimde nasılsam; dışımda da öyle olmalıyım dedim. "İrade" denen mevhumu yakalamam lazım dedim. Bu yüzden hayatımda ilk defa; bir sevgilinin dayatması, baskısı, kaba kuvveti, güvensizlik sorunları, ego savaşı vs. olmadan kendi rızamla hayatıma çekidüzen veriyorum. Ve ayrıca hep bir sebebim olurdu sapıtmaya bahane edebileceğim; sevgilinin kendisi, yaşanan sorunlar, ailevi durumlar, kürtaj, ayrılıklar vesaire diye hep sapıtmamı çocuk beynimde haklı çıkartabileceğim, kendimi kandırabileceğim datam oldu elimde. Ama bu sefer, hayata dair hiç bir detayı bahane olarak kullanmak istemiyorum. Arasam yine bulurum belki, bir milyon tane daha sebep, ama yok; istemiyorum. Bu bokun sebebi benim. İradesizliğim. Yazıldığım gibi okunmamam.
Hayatımdaki tüm iblisleri tüm kötülükleri çıkartmaya karar verdim. İster tövbekar de, ister orospunun tövbesi yarağı görene kadardır de; yok, bundan sonra sadece kendim, ve bir elin 5 parmağını geçmeyecek adam gibi adam arkadaşlarım için yaşayacağım. Çünkü kendimi kaybetme lüksüm yok. Çünkü arkadaşlarımı kaybetme veya üzme, düşündürme, yüzlerini düşürme, kendilerini kötü hissettirme vb gibi bir lüksüm yok.
Her şeyi yoluna koyacağım. İyi ve iradeli bir insan olmayı öğrenmekle başlayacağım her şeye.



9 Şubat 2012 Perşembe

ben çok adil biriyimdir erkekler. sevişmek derseniz sizinle sevişirim. sikişmek derseniz sikerim.

20 Ocak 2012 Cuma

Hayırlı Cimalar!

Bir haftasonuna daha giriyoruz sevgili sevişseverler.
Bu haftasonu hava İstanbul dolaylarında yağmurlu hatta sağanak yağmurlu.
Neden siz de sağanak yağmayasınız?
Hadi, pamuk eller göte memeye.
Hayırlı Cimalar Olsun!

9 Ocak 2012 Pazartesi

and the rest is silence

o: hadi döndüğümden haberin yoktu olmadı aramadın, 13 ay boyunca bir kere de mi aramak sormak napıyo bu çocuk demek aklına gelmedi?
ben: *derin bi sessizlik*
o: yaa böyle kalırsın işte!
ben: başka türlü seni nasıl unutacağımı bilemedim
o: *derin bi sessizlik*
o: galiba bu seferde ben öyle kaldım

6 Ocak 2012 Cuma

Skerler!

bu aralar canım çok sıkkın. içim daralıyor.
bi ağız tadıyla yaşayamıyoruz.
herkes edecek laf, verecek tepki, koyacak bir posta buluyor.
tek yanlı düşünce yapılarıyla savaşmıyorum artık.
kimseyi alttan almıyor, kimseye bana göre yanlış ya da haksız ya da anormal olduğunu kabul ettirmeye çalışmıyorum.
münazara, münakaşa, muhasebe yapmıyorum insanlarla.
herkes hiç.
hepsi hiç.
hayatımın bazı iniş çıkışları olması normal.
herkesinki gibi -dertleri kendine büyük bir antikarakter olmamın da verdiği haklı duruşla- dünya ile olan tüm bağlarımı kopartmayı tercih ediyorum.
bencillikse bencillik diyip, hodri meydan kafasına geçiyorum.
kimsenin hayatımdaki varlığının sorgulanmayacagına inanan insanlar tanıdım, tanımışım, daha fazla tanımak istemiyorum.
arkamdan iş çevirenlerin yüzüme gülüp, benden vefa bekleyebilmesi ikiyüzlülüğüne tahammül filan etmek, insanları "özünde iyi, oldugu gibi kabul etmek lazım" dusturuyla kabullenip, kazık üzeri kazık yememe izin vermek istemiyorum.
her şey yolundaymışçasına "aman kimsenin huzuru kaçmasın" diye her haltı içime atıp, derinlere gömüp, kimsenin keyfi kaçmazken benimki sıfırın altında seyrederken insanlara çok iyiymişim gibi rol kesmek istemiyorum.
kimse beni, içimi, derdimi, tasamı bilmezken beni yaftalayamayacak veya konuşamayacak benimle.
insanların içleri buruk diye ağzımı açmadıklarımı ben bilirim.
alttan aldıklarımı ben bilirim dertleri var diye.
şahsıma yapılan ne durumları yuttuğumu kişisel dertlerine istinaden benimle alakalı benden kaynaklı olmayan sorunlarına ragmen derdine dert eklenmesin diye sustugumu ben bilirim.
derdini anlatan insanların dertlerini bilip de, ona göre şekil aldıgımı ben bilirim.
ben dertli insnalara benim derdimi de dert edinmesin diye anlatmıyorken -sırf anlatmıyorum diye bilmediklerinden ötürü- dertsiz addediliyorsam, sokarım ben oyle aşkın ızdırabına, sokarım ben öyle düz mantığın çelişkisine.
önüne gelenin beni ayakta skertmeye çalışması bu sıra çok üstüste gelse de skerler.
bundan sonra ben yokum.
dünya kimsenin etrafında dönmüyordu benim bakış açıma göre, bir orta yol bir hal çare bulunabilmeliydi ikili ilişkilerde karşındaki kim olursa olsun.
kestirip atmakla, ispiyonlarla, tek taraflı ki o da at gözlüklü perspektiflerle kim nereye doğr nasıl ilerlerdi ki?
ama sıkıldım hepinizden, herkesten.
sürekli bir alayına isyan kafasındakileri sakinleştirmekten, sürekli bir ben olmaktan çıkıp güzin abla, bir yardım ve yataklıkçı, bir sorumluluk taşıyıcısı, bir anne, bir ben dışındaki herhangi bir şey olmaktan sıkıldım.
ve artık kimsenin hayatında da yokum.
kişisel tercih.
tartışmaya da açık değil.
hepinizin yolu açık olsun.